14 Haziran 2009 Pazar
sınırlar
dirseklerim dizlerime yaslı, yüzüm avuçlarımda öylece dururken, içimin seslerinin 'sınır'lı cümleleri dikkatimi çekti. bazen, biraz belirlemem lazım sınırlarımı cicim, bazen de, ay öyle sınır mınır daral geldi, esnek olmalı insan biraz şekerim diyen, kendi kendiyle çelişen ancak sınırlara takmışlığında istikrarlı iç seslerimi dinledim ses etmeden. hangi ara buraya takıldım, bu da 2009 modası diyordum ki, dank etti.
dedim ki kendime; ben bir hükümdar olsam, bileyim isterim neler olup bitmekte ülkemin sınırlarında. bileyim isterim ancak hükümdarlığım sınırları değil, sınırların arasını yönetmişliğimden alır manasını. uçsuz bucaksız ovalarım varsa benim, toprağım üstünde at koştururken, yüzümü sarmışken rüzgarın saçlarına, sınırların derdi aklıma düşmez. lakin, üç kulaçsa ülkemin eni boyu, adım atsan sınırlarla burun buruna...
anladım ki; mesele sınırları oluşturan çizgiler değil, o çizgilerle çepeçevre kuşatılan alanlar aslında. yiğitsen toprağını genişlet. şimdi, bilincimin o bana belli etmeden yuvarlak masalı beyin fırtınaları kopartan bölümü işlemekte, insan toprağı nasıl genişler acep?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
azizim,
bendeniz de bu sınırlar mevzu ile ilgili bir içlenme yaşamaktayım. bendeniz esneğimdir. fakat esnedikçe aidiyetsizleştiğimi fark eder oldum. dert mi? ait olmalı mı bir yere, bir insan topluğuna, bir isme... belki hayır. belki aidiyetim sadece göklere. fakat bazen can yakıyor bu esneklik. bazen diyorsun ki ne onların şefkatli kolları sarıyor beni, ne şunların neşeli bakışları sesleniyor bana. ben burada böyle tek başıma...
sınırlar ve aidiyet yan yana düşündüğüm iki mefhum olmadı şimdiye kadar. attığınız bu tohum bakalım nasıl filizlenecek? ben şu kanaate vardım ki, insan ruhunun huzura ermeyeceği varsa ermiyor mirim. aidiyetli, aidiyetsiz, sınırları katı, esnek fark etmiyor. olabildiği kadar kalıveriyor insan...
Yorum Gönder