21 Nisan 2013 Pazar

Shhh...I've got you. I've got you...

Önce güvenmeyi öğreteceğim sana, sonra bunun bir hata olduğunu. Pişmanlık nasıl damlar kendi parmak uçlarından insan hayatına, göreceksin. Sonra bir daha geleceksin dünyaya, bir daha mahvedeceksin. Ama bu farklılar saracak aklını. Yine yenileceksin. İzafiyet teorisinden elbiseler içinde yanlışlarını aklamaya çalışananlar... Toplanın, bak ne diyeceğim... Mutlak yanlış diye bir şey var. Birbirine bakan aynalar içinde, tahayyül edilebilecek her paralel evrende ve yedi hayatın yedisinde de yanlışı seçmek diye bir şey var.


19 Nisan 2013 Cuma

Hüznün ho ho ho'su

Pardon bayım, bakar mısınız? Beyaz sakallı, tıknaz bir adam gördünüz mü buralarda? Şu boylarda, kırmızı paltolu... Kızağı olmalı hediyelerle dolu. Yıl boyu uslu durur çocuklar. Noel gecesi uyurken onlar, biz düşleri bırakırız bacalardan. Bir düşün karşılığı ancak kendinden olabilir. Başka bir düş. Düş kurmak üzerine kurulur bizim hayatlarımız. Bir de düşsüz kalmış hayatlar var, onlar daha korkutucu bayım. Karanlık bir gecede, hayali geyiklerin çektiği kızaklardan daha korkutucu. Dolunayda parlayan kurtadam dişinden ve kırmızı başlıklı kızın naifliğinden de. Kibritçi kızın son kibritinin sönmeye yüz tutmuş alevinden. Yan yatmış cam bir ayakkabıdan basamaklara dökülen hüzünden. Beni bırakma'dan. Kimi hüzünler bayım, ahşap evlerin aralık tahtalarında saklanırlar. Bu yüzden her şehrin farklı bir kokusu var.


18 Nisan 2013 Perşembe

Ayaklarım küçüktü ve yol uzun.

Büyüyünce denizci olacaktım. Abim gibi. Annemin diktiği iki gömlekle bir pantalonun yanına koydum denizcilik hayallerimi. Babamın yaptığı tahta sandığı kapatıp yola çıktık. Patika boyu yürürken ara sıra dönüp gittikçe küçülen evimize bakıyordum. Babam odun kesmiyordu avlunun az ilerisinde ve annem su çekmiyordu kuyudan. Isınma telaşından ve susuzluktan ötelerdeydiler şimdi. Kolunu omzuma attı abim, Hadi, dedi. İnandım. Daha bakamadım.


17 Nisan 2013 Çarşamba

push 'n pull 'n clash


Çikolatalı dondurma severim ben. Bazen vanilyalı ister canım. Alırım. Aklım çikolatalıda kalır. Güzel gülüyor diye de sevebilirsin bir adamı. Muziptir haytanın gözleri. Keyifli bir adamdır. E kolay değil karşı koymak serserinin öylesine. Vanilyalı dondurma da pek ala bir yaşam biçimi olabilir. De işte... benim aklım, bana meydan okuyanda kalır. Aynıyla cevap verdiğinde bakışlarında tutuşan o ateşi özlerim. Misliyle gelişini. Karşılık bekleyişini. Aldığında, yüzüne usulca yayılan o gülümseyişi. Ötelere ve daha ötesine sürükleyişini. Push and pull and clash. 


16 Nisan 2013 Salı

In the middle of...oh

Yan yana durmak bizi bütünlemiyor ya da daha güçlü kılmıyordu. Kendi başımıza da yeterince güçlü, yeterince bütündük. Kolunu bedenine birleştiren kıvrım tam da omuzlarımı sarsın diye yaratılmış filan değildi. Pek çok omuz geçmişti o kıvrımdan ve beni saran niceleri olmuştu. Bana dokunduğunda, dünyanın yörüngesi sarsılmıyor, melekler bulutlar üzerinde toplanıp şarkı söylemiyordu. Kaldırımda rastalanabilecek herhangi bir sonbahar yaprağı kadar yalındık. Üzerimize basmak isteyenler de oluyordu, olmadık anlamlar yüklemeye kalkanlar da. Üstünde durmuyorduk. Olduğumuz kadar olmak yetiyordu bize. Başkalığımızdan gelmiyordu doygunluğumuz. Kendiliğimiz epeydi. Hayatın farklı yerlerinde ikimiz de öğrenmiştik; mümkün dediğin, kendi halinde akan bir nehirdi. Yolunu buluyordu. Yollar birbirimize çıktığında ise ne telaşlandık, ne de kutsanmış hissettik. El ele tutuşup devam ettik yürümeye. Hepi topu bu kadardı iki insanın birbirinden alacağı.


 John Lennon & Yoko Ono in Egypt. The 70s.