25 Şubat 2009 Çarşamba

-mış gibi

sevgili şubat, kısa bir aysın diye sana bu ettiklerim reva değil, biliyorum. bile bile yapmanın beni neye dönüştürdüğünü de biliyorum üstelik. anlayacağım sevgili şubat, bilmekte üstüme yok, lakin ne fayda...

son günlerde, hayat bir peri masalıymış gibi yaşıyorum. işin kötüsü, hayat da böyle yaşamama izin veriyor. ancak bu izin veriş peri masalının büyüsüne tedirgin edici bir parıltı katıyor. balo salonlarında kendi etrafında dönen danslara kapılmışken, hayat bir yerde karşına dikilecek ve yanıldığını haykıracak adlı korkularım, korkulu gözlerini sütunların arkasına gömüyor. saat 12 olmadan kabak oluyor arabalar. camdan ayakkabım basamaklarda kalıyor ancak eğilip alan bir yüz göremiyorum. sadece yüz mü göremediğim, yoksa bir eğilip alan da mı göremiyorum karar veremediğim uykulara dalıyorum sonra. uyandığımda kabaklar yine masal arabalara dönüşmüş, şifonlar etrafımda uçuşurken; dönüyor, dönüyorum. ah, bir gerçeğe dönemiyorum işte. bu da benim hayatımın gerçeği. buyur burdan yak, derdim ama sıraya girmen lazım sevgili şubat. bekleyen çok...

herkes hayatın tadını çıkar diyor. iyi ama sevgili şubat, hayat da aradan çıkıyor. hayat sana limon veriyorsa limonata yap diyen sevgili insanı frontal lobundan öpüyorum. ya benim canım limonata çekmiyorsa... ki severim de keratayı. uyuzluk işte!

öyle işte sevgili şubat. sanki kalabalık meydanlar içinde, binlerin el salladığı bir kortejin şaşalı siyah kalbindeyim ve burnumu cama dayamış, beni seyredenleri seyrediyorum. kimin dışarıda, kimin içeride olduğu bir anda anlamını yitiyor. (insanın kim olduğunu bu kadar kolay unutması iyi bir şey mi acaba hayatta? yani ölümlülerin hayatında, peh!) öldüm mü, prenses miyim, 23 nisan mı anlamıyorum? trompet gürültüsü bile uyandırmıyor beni. kortejin siyah kalbinin saat 12'yi vurur vurmaz ne büyüklükte bir kabağa dönüşeceğini hayal etmeye çalışıyorum. bütün masal mitleri avuçlarıma dökülüyor; prenses kurbağayı, prens pamuk prensesi öpüyor, yedi cüceler bayram namazında... camiye gittik, gelicez. hansel, grethel'in şekerine ne zaman baktırmıştık acaba diye düşünüyor yarısı yenmiş pasta evin sundurmasında. rapunzel'in saçları boylamasına bir siyah (rapunzel sarışın mıydı acaba?) nehir gibi dökülüyor kulenin tepelerinden. bir kıvrak yılan, kız kulesinin kızına, ardında çabucak silinen s'ler bırakarak yaklaşıyor. kırmızı başlıklı kızın karşısına dikiliveren kurt, nedense artık beni korkutmuyor. uyuyan güzel -ki henüz uyumadığına göre, uyuyacak güzeldir adı- parmağına iğne batırıyor ve jasper hrrrr... ve sonra ben, umulur ki, uyanıyorum.

işte sonra sevgili şubat, kabaklar hala araba, kulaklarımda viyolonselin kıvrılan notaları, etrafımda uçuşan şifonların katlarını kabartıp, dönüyor, dönüyorum.

15 Şubat 2009 Pazar

tünel

aşk geldi mi başa, geri kalanlar vesaire.

6 Şubat 2009 Cuma

haftanın "ahh"ları

- "I had been positioned over her life like the blade of a guillotine."
midnight sun
stephenie meyer


- "when you kiss me, heaven sighs"
and though i close my eyes
i see la vie en rose
when you press me to your heart
i'm in a world apart
a world where roses bloom
and when you speak
angels sing from above
every day words
seem to turn into love songs
give your heart and soul to me
and life will always be
la vie en rose
i thought that love was just a word
they sang about in songs
i heard it took your kisses to reveal
that i was wrong, and love is real
hold me close and hold me fast
the magic spell you cast
this is la vie en rose

la vie en rose
edith piaf