30 Kasım 2010 Salı

deep purple


hayat güzel olsa
hayatı güzel kılsam
nasıl düşünürsen öyle olur diyenlere inansam
güzel düşünsem
güzel olsa
katran moru çiçekler
beyaz panjurlar üzerinde
nasıl güzel durursa
hayat öyle güzel olsa.

katran moru çiçekler, beyaz panjurlar üzerinde...

29 Kasım 2010 Pazartesi

matchmaking

sen kibritin hiç yanmayan ucunda, birinin hayatından geçmiş oldun.

25 Kasım 2010 Perşembe

Thank God For Little Miracles

a.k.a .
Joaquin Cortes


Happy Thanksgiving ;)

Joaquin Cortes y su flamenco II

23 Kasım 2010 Salı

soverypapercutoutsofme

hiç canınızın hem dondurma, hem turşu, hem de pizza çektiği oldu mu?


aynı anda olmak zorunda değil.
sırayla.
her şey zamanla...

22 Kasım 2010 Pazartesi

numb


öfke iyidir. öfke canlı tutar. öfke kabuktur. yarayı kaplar.
az acır canın. az acır sanırsın. öfke iyidir. yokluğundaki hiçlikten korur.
adrenalindir öfke. iyi gelir. öfke iyidir. bazen.

lay your head where my heart used to be

21 Kasım 2010 Pazar

those were the days my friend

. Ben küçükken annem, elini yere sürüp sonra ağzına götürürsen hasta olup ölürsün, derdi. Birgün, gerçekleri öğrenmenin vakti geldiği kanaatiyle elimi önce yere, sonra dilime sürdüm. 5 saniye bekledikten sonra, bir bilim harikası olan deney düzeneğimin önüme serdiği gerçekler ışığında, annelerin de yalan söyleyebildiğini öğrendim. Ölmeyişim başka nasıl açıklanabilirdi? Gerçekleri bilmek adına canımı riske atışım işte o günlere dayanır.

. Ben küçükken, 'birkaç'ın tam olarak 'kaç' olduğunu merak etmeye başladım. 10 dakika' dendiğinde ne kadar bekleyeceğimi biliyordum ama 'birkaç dakika' tahammül edilmez bilinmezliklere gark olmama sebep oluyordu. 'Büyükler'e sordum. Aldığım, azdan çok, çoktan az, tam olarak net bir rakam değil gibi muğlak cevaplar beni tatmin etmekten çok uzaktı. Sonra, birkaçın 6 olduğuna karar verdim. b . i . r . k . a . ç . 1 . 2 . 3 . 4 . 5 . 6 . Derin bir nefes aldım. 6 dakika beklemek, birkaç dakika beklemekten çok daha kolaydı. Belirsizliğe tahammülsüzlüğüm de işte bu günlere dayanır.

. Ben küçükken evlerin yapımına çatıdan başlandığını düşünürdüm. Çünkü resim yaparken ben hep çatıdan başlıyordum. Bunu babama söylediğimde gülümseyerek 'Peki evin devamı yapılırken çatıyı havada kuşlar mı tutuyor?" demişti. Sorusunu alaycı bulmuş ve gülümseyişinin alaycılığının kalbimde açtığı yaraya deva olmayışını hüzün dolu bir kalple izlemiştim. Bazı bilmemeleri kendime saklamam gerektiğini de o zaman öğrendim.

. Ben küçükken, gökyüzüne yeterince uzun bakarsam, bulutların onlara dokunabileceğim kadar yaklaştığına inanırdım. Uzun uzun bakar, bana yaklaşmalarını izler, ellerimi uzatmazdım. Bazı hayallerin senin kalması için ellerini uzatmaman gerektiğini her nasılsa biliyordum. Unutuşum sonraya rastlar.

. Ben küçükken, ağaçların insanlar gibi yavaş yavaş büyüdüklerini öğrendiğimde hayal kırıklığına uğramıştım. Bu, bahçemize yeni dikilen fidanlar dallarına salıncak kurulacak kadar büyüdüklerinde, benim salıncaklarda sallanacak kadar küçük olmayacağım anlamına geliyordu. Öyle de oldu.

. Ben küçükken, herkesin önce bebek, sonra çocuk, sonra da büyük olduğunu biliyordum. Ama abimin de eskiden bebek olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Çünkü o hep çok büyüktü.

. Ben küçükken, düştüğümde "önüne bakmıyorsun" diyenlere kızar, çocuklar düşe kalka büyür derdim. Büyümeye and içmişliğimden hep bu düşmelerim.

. Ben küçükken, çok güzel olacağına inandığım hayatımın ne kadar güzel olacağını düşünüken bile heyecanlanırdım. O zamanlar küçüktüm.


18 Kasım 2010 Perşembe

kimi aşklar hiç bitmezmiş, bizimkisi bitenlerden...

ben demedim
Teoman dedi
o bağışlamış hepsini
hem beni, hem kendini
o kadar yokmuşum ki
Teoman dedi
bana demedi
birlikte ama yalnız iki yabancı
ya dedi
duymuş bulundum ben
hazır bulunmuşken de bir daha kaybolmadım ben
kaybolanlar aklımdaydı
unutmuşçuluk oynuyordum.
iyiydim de üstelik,
-mış gibi yapmayı biliyordum
neredeyse kendim bile inanıyordum
sonra sobelendim
yanınca mızıyan çocuklar gibi
ebeyi tekmeledim
ayakkabımın burnuyla toprağı eşeledim
ki, kalkan toz gözüme kaçsın
kimse ağlıyorum sanmasın
sonra "tamam tamam, hadi baştan" dediler
'tamam tamam lütufkarlığı'nı gururuma yediremedim
oynamıyordum ki hiç ben, dedim
ben hiç oynamadım ki
size öyle gelmiş
hem toz bu, kaçıvermiş
hem...
hem, hiç de bile...

bir hıh silkeledim omzumdan
bahçeme kaçtım
arkamda bir yarım oyun,
sayılmamış bir sobe,
bir kırık ebe
'mızıkçısın sen' diye bağıran,
duymamış gibi yaptığım.
sensin!
sensinsensinsensinsensinsensinsen








yaralarımız ağır değildi
neyin bildin ki değerini

14 Kasım 2010 Pazar

I promise you...me

.

The Civil Wars diyor ki;


I don't love you but I always will

Your mouth is poison, your mouth is wine

I don't have a choice but I still choose you

Your hands can heal, your hands can bruise


Ve dün bir kadın dedi ki;


'15 years ago, I made a choice. And I keep making it every day.'





The Civil Wars - Poison & Wine

4 Kasım 2010 Perşembe

sen yoktun, ben hayal kurdum


önünde karşılıklı oturduğumuz bahçe kapısının iki kanadını açsak
iki yana
kocaman
rüzgar uçursa tülleri
kadife yeşili koltuklar gerçekten kadife olsa
bir yana tarandığında koyu
bir yana tarandığında açık
kucağımızda laptoplar
sehpa üzerinde iki kupa
birinde çay
birinde ıhlamur
birinde kahve
birinde zencefil
ister misin desen
ben sebze içmem
off ya!
gülümsesem
türküler mırıldansa hoparlörler
aklımıza estikçe eşlik ettiğimiz
değiştikçe kulak kabarttığımız
sıradaki?
susasam ben ve sen bana su getirsen
çünkü iyi kalpli olsan
ben bize tulumba tatlısı alsam
sen bir tanecik yesen
aslında sana almış gibi yapıp gayet bana aldığımı bilir bilir gülümsesen
yazsan sonra sen
ilk ben okusam
sonra ben yazsam
sonra sen okusan
sonra konuşsak
sonra sussak
sonra daha çok gece olsa
sonra yağmur yağsa
sonra kapatsak ışıkları
karanlığı içeri alsak
kendimizden saklanmasak
çiçekler olsa vazomuzda
minik beyaz
minik pembe
minik mor
minik mavi çiçekler
kokmasalar ama güzel görünseler
bir kare masamız olsa
dört sandalye
o iki sandalyeyi ne yapacaksak
ayaklarımızı uzatsak
şımarık yemekler yesek
ayaklarını uyuz çift sayılı sandalyelere uzatan
şımarık yemekler
makarna haşlasak mesela
sos yapıp üzerine
adına yemek desek
bol ayran
turşu bir de
doya doya su
beyaz örtüler üzerinde
olmadık şeyler anlatsak iki çatal arasında
kuş gördüm uçtu bugün
kedi gördüm nankördü
karşıdan karşıya geçerken

yeşil adamın yürümesini bekledim

kırmızı adam kalbimi kırıyor
hayat sanki onu daha çok yoruyor
ve eğer susacaksak
bir şeyler bilen bir susku olsa sustuklarımız
ve sonra
öylesine de susabilsek
hiçbir zıkkım bilmeyen susmalarla
ve susadığımızda
bir bardak su getirenimiz olsa
yastığımızı düzeltenimiz
üzerimize bir örtü örtenimiz
uyular mırıldananımız olsa
sonra sabahlar
sonra aydınlıklar
sonra erken adım telaşlar
sonra gün
sonra gece
birinin ötekinden farkı bilinse
ve sonra sen artık konuşsan
23 bağlanırken 24'e
sen artık konuşsan
ve ben sussam
ve susabilsem ben
senin konuşabilmeni beklemeden

3 Kasım 2010 Çarşamba

H2O


2 hidrojen 1 oksijen bir araya gelmiş ama su olmamış gibi.
öyle tuhaf...tatsız...bilime aykırı...öyle göklerin şaştığı bir şey gibi.