14 Aralık 2011 Çarşamba

that shall pass too







The heaviest of burdens crushes us, we sink beneath it, it pins us to the ground. But in love poetry of every age, the woman longs to be weighed down by the man's body. The heaviest of burdens is therefore simultaneously an image of life's most intense fulfillment. The heavier the burden, the closer our lives come to the earth, the more real and truthful they become. Conversely, the absolute absence of burden causes man to be lighter than air, to soar into heights, take leave of the earth and his earthly being, and become only half real, his movements as free as they are insignificant. What then shall we choose? Weight or lightness?
Milan Kundera

12 Aralık 2011 Pazartesi

ben kendi fikrimi söylüyorum.





Buyrun, tanışın. Yeni paravan cümlemiz. Saldırgan cümleler kurduğunuzda "hoop hemşerim" mi deniyor? Hemen ekleyin bir "taam da o benim kendi fikrim ki", akan sular duruyor. Kafa göz girdiğiniz bir adama "iyi ama bu benim yumruğum" demek gibi. Ama yeni moda böyle. Biri "bu benim kendi fikrim" dediğinde, artık kimseye söz düşmüyor. Kendisiyle fikri arasında sıkış tıkış oturuyorsunuz gayrı. Öyle de güzel bir yer hayat.

8 Aralık 2011 Perşembe

apologize for who you are


...benim sandığım kişi olman lazım. değilsen çok pis yargılarım. dışlar, öteler, pişman ederim. kendin olacağına hiç olmayı seçersin, öyle beter ederim.
...ben daha iyi bilirim. senden, ondan, ötekinden. herkesin her şeyini herkesten daha iyi bilirim. her konuda bir fikrim vardır benim. ve dediğim yapılsın isterim. illa itaat.
...eğer şimdi izin verirsem kim olacağını seçmene, sonra daha neler istersin kim bilir. yok öyle kafana esen kişi olmak. yok öyle hayal kurmak, kanatlarını açmak. hişt, pıst, hmm. öcülere veririm seni.
...nereden çıktı bu yeni akıllar? bize kim olmamız söylendiyse o olmuştuk. nedir şimdi bu hayatını kendinin sanmalar? sonunuz kötü sizin. eğer engellemezsek...fena.
...tabi ki gülecek oynayacak koşacaksın. ama bahçende. her şeyin bir haddi hududu var. 1'e 2 bahçe, nene yetmiyor?
...iyi çocuk ol bakiim. söz dinle. eğ başını, kır dizini. dediğimi yaparsan aferin veririm sana. öyle de yağlar ballarım, ben seçtim sanırsın.
...sizi kendini bilmezler sizi. sizi belki de vardır başka bir yolu sananlar sizi. yok başka yol mol. sus, otur, yürü, mutlu ol. bu bir emirdir.
...küçül, ufal, değiş. sana biçtiğim elbiseye gir. sığmayan yanlarından utan. içine çek. sakla. saklan. ört, kapat, yok et. gözüm görmesin, def et.


toplumum ben. öğretmeninim. annen, baban, arkadaşınım. karın ve kocanım. benim seçtiğim kişi olacaksın, o kişi olmaya da kendin olduğun için özür dileyerek başlayacaksın, işte o kadar. her şeyin bir haddi hududu var.

2 Aralık 2011 Cuma

As if my past with him is visible on my flesh.




Cem Adrian - Aylin Aslım
Herkes Gider mi?

29 Kasım 2011 Salı

Years were spent feeling like this...





scent of a past life


Eskiden kullandığım bir parfüm bulaştığında ellerime, kokusu geçene dek o kişi oluyorum. Anıdan insanlar beliriyor yanıbaşımda, duruyoruz. Geçmiş etrafımızda dönüyor. Seyrediyoruz. Tekrarlanıyor yanlışlar, hatalar, doğrular, yine olsa yine yapardımlar. Daha uzun susuyoruz.

27 Kasım 2011 Pazar

Debdebe




Söyleyecek sözlerim, söylemeye başladığımda kaçan heveslerim var. Ve her nasılsa galip gelmeyi başaran vazgeçmişliğim. Öyle ki, kıpırdanmaya niyetlenmeleri dahi mahcup ediyor.


 Hayatımı toparlamak odamı toplamaktan geçiyor gibi. İçimde bir yer buna inanıyor.  Şu odaya bir el atsam hali asılı aklımın ortasında. Etrafından dolaşıp devam ediyorum güne. Atmak, kurtulmak, hafiflemek, ardında bırakmak yardım edecek sanki bana. Hareket etmek kolaylaşacak. Mümkün palazlanacak.

Rutinlere sarıyorum kendimi. Bilinen yollarda yürürken düşünmeye gerek olmuyor. Düşünmeyen beyin soru sormuyor. Neredeyse inanıyorum kendime. Neredeyse...

Sonra bir sözlükte öylesine rastladığım bir kelime gibi beliriyor aklımda 'tutku'. Öyle; 14 punto, times new roman, italik.  Hacimden ve gölgeden yoksun -ki gölge varlığın belirtisi- Heyelan başlıyor. Kendini eğlemek güçleşiyor sonra. Debdebe. Aklım beni rahat bırakmıyor. Ne hiç olmak kabil şimdi, ne var kılmak kendimi bildiğim yollarla. Ben yokluğun idrakini içiyorken yaşanana da hayat diyoruz.

24 Kasım 2011 Perşembe

Let go

İnsanların yalnızlıklarından bahsetmeleri yalnızlığıma dokunuyor. 15 yıldır yalnızım, dedi bir kadın. Ailesinden, arkadaşlarından, kalabalıklardan değil, yalnızlığından bahsediyordu. İki kez boşandım, ikisi de ölü benim için derken, belki biraz da yalnızlığı seçmişliğinden geçiyordu kelimeleri. Ve sonra, seçiminin elinde çektiklerinden...

Nerede unutuyoruz seçimlerin değiştirilebilirliğini? İçinden geçtiği günleri, özellikle de "başıma gelenler" hanesini kendi içinde nasıl anlamlandırdığını açıklarken, belki de yalnız bir kadın olduğum içindir, dedi sıklıkla. Evine musallat lanet bir kiracıdan bahseder gibi... Salonun pek güzel ışık alan o en güzel kanepesine kurulu, yavuz hırsız gibi... Öyle mustakil bir varlık, kendi ötesindeki her şeyden bağımsız bir karakter, karşı koyulamaz bir "başka yolu yoktu" gibi. Hikaye odur ki, hep vardır başka bir yolu.

Şimdi, bir hayat bu ve akıp bitiyor. Öyle arada bir durup aman akıp bitiyor demekle de bir zıkkım olmuyor.


7 Kasım 2011 Pazartesi

dance me to the end of love

Bir kadın seyrettim bugün. Yanında olamadığı için canın yandığı babasından bahsetti. Başı dönüp düştüğü yerde 5 saat kalan, kendine gelince kalkıp olmaz bir şey diye iki gün boyunca bir daha, bir daha, bir daha düşen babasından. Diğer odada, çıkamadığı yatağında nerede kaldı acaba diye kocası için meraklanan karısını bırakıp hastaneye gitmek istemeyen, şimdi hastanede yatan babasından. Babasının, eşi ölünce babaevine dönen, "ben ölünceye dek bu ocak tütecek" sözünü verdiği için kendi babasına, oğluyla Almanya'ya gitmeyen annesinden. Ve artık tütmeyen ocaktan. Her "babam" dediğinde, bir "babam" ağladı içimde. Ki benim canım babam, arkamdaki koltukta oturuyordu. -Eşiğimsin acı ama gelme n'olur.-

Babasına verdiği sözü göğsünde, oğlundan evladından arda kalan boşluğa basan hanımın adı Semiha'ymış. Önce birinci, sonra ikinci dünya savaşının içinden yürümüş. Toplayıp valizlerini Almanya'ya gidişlerini seyretmiş ev halkının, gitmeyin diye diye. Sözüne sarılıp kalmış. 30 yıldan fazla olmuş O gideli buralardan, 115 yıl üstüne. Ekmiş, biçmiş, yemiş, yedirmiş...yaşamış. Tüttürmüş baba ocağını. Sonra sönmüş kandiller. Hala da yanmazmış o evde. Ev, beklermiş orada ama...belki biri gelir de yeniden nefes üfler diye.



Bir genç kız seyrettim sonra. İlk aşkı ışıl ışıl gözlerinde. Masalının ucundan tutmuş, peşinden havalanmaya öylesine hazır. Ve havalanacak, biliyor. Nasıl ki su kaynar 100 derecede, öyle bir bilmekle biliyor. Senin olsun istediğin o hayat burnunun ucunda durmuş gözlerinin içine bakarken, nasıl titrersen baştan ayağa yaprak gibi, öyle teslim. Sanki geri kalan 7 milyar duraksasak bir an biz, o hepimize yetecek kadar inanabilecek.Öyle...

Geçtim aynanın ötesine bir an. Hayat nasıl aşktan ibaret olmaz ki, dedi ayna. Ya aşktan ya aşksızlıktan müstakilsindir. Hastasındır, ölüm vardır, açsındır belki. O zaman tamam. Durulur biraz. Ama gelir ve geçer bunlar. Geriye ya aşksızlık kalır, ya aşk.



Sonra bir tweet okudum, pek güzel güldüm, geriye o kalsın istedim.

"Bu dünyada aşık olduğu insanla birlikte olabilenler var. Vay şerefsizler..."





The Civil Wars 
Dance Me to the End of Love

21 Ekim 2011 Cuma

to something, to someone

We walk alone through this world, but if we’re lucky, 
we have a moment of belonging to something, to someone, 
that sustains us through a lifetime of loneliness.

The Bronze Horseman
Tatiana And Alexander
Paullina Simons

19 Ekim 2011 Çarşamba

kimseler görmeden yar oy


      İnanmanın fazladan çaba gerektirmediği yıllardı. Ömrümün bahar dalları arasında yürüyordum. Durup durup içime çekiyordum güneşi. Bulutlar uzakta, mümkün yakınlarda yaşıyordu. Kapı komşusuydu beş çaylarımız. Daha çok vakit var sanmalara gitmiştim ben, hemen dönecektim. Bir usul ırmak gibi akıyordu yaşamak oysa. Ben penceremden mevsimleri seyrederken pofuduk battaniyeler altında... Avuçlarım kahve sıcağı, dizlerim kucak dolusu kitapken... Havalanıyorken içimin hayalkırıklığından bîhaber kuşları, kanatlarının ucunda kelimeler... gökler fırtına topluyordu arka bahçemin bittiği yerde. Çitlerin, selvilerin ve duaların arkasında, korunaklıydım. Sanmam ki dualar çatırdasın...ihtimal, selviler aralandı ve içeri sızdı fırtına. Sonra perde. Sonra keder. Sonra gerçek.

     Aynı pencereden seyrettim her şeyi aşkla açıkladığım mevsimin bitişini. Açıklanamaz vakitler tuttu sonra sokakları. Mümkün taşındı civardan. Yüzü vazgeçmeye dönük bir belki, eklemleri inleyen salıncakta sallanmakta şimdi. Zincirleri kavrayan parmaklarının arasından geçiyor hala o ırmağın sesi.

     Suyuna aspirin atıp vazoya koydum gerçeği ben. Seyrediyorum.




14 Ekim 2011 Cuma

Oh sonsuzluk

Joaquin, gel seninle bir anlaşma yapalım. Dostum siz dans edin, hep dans edin, sadece dans edin. İyi ki Saba Tümer'in programına katılmak diye bir meslek yok. İnsanların hayallerini yıkmaktan içeri alırlardı sizi kuzum. Ama belki o kadar da kötü bir şey olmazdı bu. Hep içeride kalırdınız. Dans ederdiniz, dans ederdiniz. Oh sonsuzluk...




6 Ekim 2011 Perşembe

çatış-ma










 

Sadece çatışmanın getirdiği duygusal yükü taşıyamadığın için geri adım atmak ne kötü fikir. Sonra geri adımlar geri adımları davet eder ve bir geri adımlar ülkesi olur, kalır insan. Canı yandığında canının yandığının canını yakan olmak can yakıyor yine de. Hayat böyle karmakarışık bir yer işte.


4 Ekim 2011 Salı

Entel de olsa o da bir insan



- Sanırım beynim senden hoşlanıyor.
- Benim beynim de seninkine karşı boş değil galiba. 

26 Eylül 2011 Pazartesi

yirmi

Çok küçüktüm. Her sabah onu görürdüm. Akşamları ayrılmak tatsızdı. Ama her zaman yarın vardı. Sonra daha az küçük olduk. Ne zaman başımı çevirsem oradaydı. Henüz kesilmemiş bir kol gibi, omuz başımda. Her gün onun gülüşüyle başlar, her akşam bir sonraki sabahın sözünü taşırdı. Mevsimlerin yüzünden geçişini seyrettim. Elimi hiç bırakmadı içinden geçtiğim mevsimler boyu. Sadece bana saklı bir gülüşü vardı. Gözleri ışıl ışıl parlardı bana her bakışında. Parmak uçlarımdan taşıp yerlere dökülen mutluluklar bırakırdı avuçlarıma. Birlikte inandık daha güzel günlere. Sonra günler gelip kapımızı çaldı. Beyazın değdiği en güzel kadındı. Acıydı hoşçakal demek. Sıcak asfaltta yalın ayak koşmak kadar acı. Ama gitti. Yine gelmek için. Bana bu geceleri, ertesini günümü kızıl ateşler gibi tutuşturacağını bilerek uykulara dalamadığım geceleri yaşatmak için. Hoş gel, sefam olsun.

17 Temmuz 2011 Pazar

how to find a game which is actually not a game

bugün hayat, büyük bir sahne gibi görünüyor gözüme. ışık oyunları, kostümler ve çalışılmış repliklerle 'mış gibi'lenen bir sahne. büyüklüğü, olduğu gibi olmaya uzaklığından. 'büyük katakulli' gibi...

olduğu kadar olanlara, ne kadar olmaları gerektiğini anlatan broşürler dağıtan; olmadığı renklere bürünenlere, hayran bakışlardan dokunmuş kadife halılar seren bir düzen bu. seç, beğen, bürün.


27 Haziran 2011 Pazartesi

19 Haziran 2011 Pazar

crash, crash, burn


üç yara izi vardı yüzünde
ikisini öptüm, birine dokundum
sevdim, sardım
yola koydum

16 Haziran 2011 Perşembe

New day changed nothing. And it's raining.

giving it a try is the scariest and smartest thing in the whole world.

3 Haziran 2011 Cuma

ikindi üzeri

Acıları bırakmıyor ya insan bazen. Acı geçiyor insandan da, insan acıdan geçmiyor ya...
Galiba hikayesizlikten. En büyük hikayesi acı olunca insanın, peşini bırakmıyor acının.
Yoksa silikleşecek varlığı, alemde yer kaplayamayacak. Yayıyor acısını, büyütüyor,
kanatıyor kabuklandıkça...kendisini var kılıyor. Hıçkırık dahi olsa gelen, ses
geliyor ya karşı dağdan... Bilmiyor başka yolunu kendine dokunmanın,
acıtıyor. Sonra diyor ki,
ah, çok acıyor.



.


Sezen dinlemek beni tarifsiz bir hüzne bırakıyor. Unuttuğum günlerin gölgesi duvarlara vuruyor.
Kaçma benden diyor hayat, gel kaynaşalım.


bahçende çocuklar vardı,
çocuğundan öptüm seni

31 Mayıs 2011 Salı

özgürleş benimle


Maniye girmenin en keyifli yanı bu. Düşünmek zaman kaybı. Böyle, meyilli bir yeşillikte, pedalları boşa alıp uçar gibi akıp gitmek işte hayattan. Evet; çarpar, düşer, kanar insan...da...ne zaman olmuyor ki bunlar. İnsan çarpsın, düşsün, kanasın, sonra kalksın, bir daha tırmansın, kendi hikayesini yazsın diye var. Hikayemde çarpışma olmasın derken hikayen olmayacak, haberin yok. Bu da mevzunun seyirciden çıkıp konuşmacıya döndüğü yerdir. E ben gülerim kendime.

30 Nisan 2011 Cumartesi

...bir şehri, bir tekmeyle...





bir veda saçlarımdan tutup beni
yerlerde sürüklerken
...
bir şehri bir tekmeyle
benim üstüme yıkarken
...
göç yollarında kuşlar kaybolmuş
ölürlerken,
bir deniz kıyısında bir adam
hâlâ onu sayıklarken,

Cem Adrian - Bir Melek Ölürken

29 Nisan 2011 Cuma

başka bir masalda kalıyor aklım

ve birgün, karşılaşır 31 yaşımla 16 yaşım...

Ali Kocatepe - Seni Düşünüyorum Kadınım

25 Nisan 2011 Pazartesi

Bi daaalın!

Kendimi kötü hissettiğim için kötü hissetmemi sağlama mercii yaşlı teyze iç sesleri, vicdan yapmayalım lütfen. Ellerinizdeki şükredilecekler listesine itirazım yok. Bir-iki madde de ben ekleyeyim. Ama bazen de böyle işte. Onaylamaz fısıltılarınız ve kalkık kaşlarınızdan oluşan bir izmir marşıyla uğurlamak istiyorum sizi. Hem susabildiğinizde ne güzelsiniz, hiç düşündünüz mü?


İşte bu kadar!

24 Nisan 2011 Pazar

yirmidörtnisan


nasılsa bulur insan bir yolunu kendini mutsuz kılmanın
varlar/yoklar listesine,
telaşa gerek yok

23 Nisan 2011 Cumartesi

16 Nisan 2011 Cumartesi

Ma'am

Hayat,

Dokunmaya kıyamayanların zamanından yazıyorum sana bu satırları.
Bittik biz. Sizin yolunuz açık olsun.

Orman kenarına serili gomar yaprakları altında dinlenin bizim için.
İçinize biraz gökyüzü çekin. Bir çeşmebaşı ferahı doldurun göğsünüze.
El, yüz, diz toprak.
Sonrası, sefa üzere.


Karmete - Nayino

15 Nisan 2011 Cuma

I took what's mine by eternal right

I still hold your hand in mine when I'm asleep


as you move on, remember me, remember us and all we used to be



James Blunt, Goodbye My Lover

5 Nisan 2011 Salı

4 Nisan 2011 Pazartesi

5 Mart 2011 Cumartesi

I miss mattering


Yorgunum.



Öfkeliyim.

Kalbim kırık.

Korkuyorum.

Ne yapacağımı bilmiyorum.

Kendimi hiç iyi hissetmiyorum.

Biri bana 'her şey yoluna girecek' desin ve inanayım istiyorum.

Hayal kırıklığına uğradım ve bununla nasıl halleşeceğime dair hiçbir fikrim yok.

Endişelerimi kontrol altında tutmak için kullandığım yöntemler şu an işe yaramıyor.





Tüm bunlar yerine

Aslında meselenin sadece yorgunluk olmadığını fark etmeden

Meselenin sadece yorgunluk olmamasının bana verdiği yorgunluğa dayanarak

Kısaca, yorgunum, diyorum.

Bugün herşeyi elime yüzüme bulaştırdım yerine yorgunum derken fark ettim.

27 Şubat 2011 Pazar

Wearing Words


Dear John,

I died today. And you were not there to hold my hand.
My heart is broken now, as well as being silent.
I'd have forgiven you, if you'd have asked for forgiveness.
I'd have loved you till the day I died, which has already arrived.
We'll never know now, John, we'll never know
what kind of place the world would have been if we...
Now...We'll...never know.
I'm taking our unborn possibility with me,
You, take care of the world that you see through could have been ours window.
I'll see you in another life.
Sarah

23 Şubat 2011 Çarşamba

Yo! Making a point here...


Dear people,

Dinlemek dediğimiz eylem karşımızdaki insan konuşurken, kendi hikayemizi anlatabilmek için sıranın bize gelmesini beklemekten ibaret değildir.

Bir düşünme biçimidir konuşmak ve nadiren karşımızdaki bizi yargılasın ya da üste kat atamak için cümlelerimizi zemin kılsın diye dahil ederiz başkalarını bu sürece. Nadirenin cümle içindeki anlamı da hiç.

"Onu bırak da geçen gün ne oldu...", "Sen onu diyorsun, bak bir beni dinle" ve benzeri geçiş cümleleri ile kısa kes sobalık olsun mesajı vermiş oluyorsun dear people.

Yapma.




14 Şubat 2011 Pazartesi

hush, I can hear the voices in my head



































bazen daha kolay
bazen daha eğlenceli
bazen daha içinden geldiği gibi
bazen daha yüzüne bakılır cinsten içinden gelenler
o zamanlar ohh...

bence patates kavurmasından
denemek lazım
deneme yanılma kabilinden değil
dene ve yanılma kabilinden
bildiğin 'tekrarlanabilir' deney düzeni kurup
bağımsız değişkeni sabitleyip
bağımlı değişkenin anasını ağlatmak lazım
zira bağımlı olan ağlar
insanmış, değişkenmiş bakmaz bağımlılık
işte bu yüzden bağımsızlık göklerdedir

insan bir blog yazısı yüzünden tutuklanma ihtimalini düşüne dursun
arada akıp giden şeydir hayat
kırmızı ışıkta filan da durmaz
ömür dediğin sayılı nefes diyen büyükleri, kocaman gözlerle dinleyip
nefeslerini yavaşlatmaya çalışan bir çocuk aklına da sığmaz
o geçer, çocuk bakar
çocuksan, büyüyünce senin olacaktır hayat
çocuklar baka baka büyür
ve su içe içe
büyüyünce de pek bir şeyin değişmediğini büyüyünce anlarsın
zaten büyümüş olursun o arada
bir esprisi kalmaz
böylece ilk golünü de yemiş olursun
hayat: 1 - vaktiyle çocuk: 0
çocuk kazanır
çünkü 0, başka bir 1'e hamile bir 1'den başka bir şey değildir
kim ne derse desin
hep çocuklar kazanır
kazanmadığını fark ettiğinde büyüksündür artık
demek ki kazanmak çocukçadır

borç yiğidin kamçısıdır
kaybetmek büyümenin
böyle sado/mazo bir ilişki işte
becerebiliyorsan büyüme
beceremiyorsan blog not flog
make love not war gibi
vedahibenzeri

arada
patates, soğan, salça...

10 Şubat 2011 Perşembe

love and other drugs


let's just say in some alternate universe
there is a couple that's just like us
only, they know what they have
and they don't sacrifice it
and they are happy

aches

9 Şubat 2011 Çarşamba

Gondola

...
çünkü dünyanın bir yerinde,
biri,
hayatının en güzel gününü yaşadığına inanarak çekiyor içine zamanı.

7 Şubat 2011 Pazartesi

kûn


Bir kez başlayınca bir yerde, bir daha hiç durmuyor sevmek.
Farklı biçim ve şiddette; gizli, usul, aşikar...
...devam ediyor var olmaya.
Galiba.

4 Şubat 2011 Cuma

bitterness


çok öfke var
normalde bu kadar öfke yok
ama şimdi var
içini açıp baktım
aslında öfke yok,
korku var

korku zor
öfke kolay

2 Şubat 2011 Çarşamba

o en ulu çınarın yaprakları titrerken...


...ben altında oturuyorum.
korkmamaya çalışarak korkuyorum
ve çok şey öğreniyorum
bilmek istemediğim.

31 Ocak 2011 Pazartesi

I'm not afraid of you but still broken

"Efendim anne"ler kırıyor kalbini birilerinin sokaklarda. "Babacım nasılsın, aradım açmadın"lar kor kimi sinelerde. Birgün nefret edeceğim anneler gününden. Babalar günü, çözümsüz bir düğümden başka bir şey olmayacak boğazımda. Bunu kendimize neden yapıyoruz, bilmiyorum.


17 Ocak 2011 Pazartesi

bir nar çiçeğini eziyor gibi


ellerin eskisi gibi beyaz mı,
bana bunları o ellerle mi yazdın?

3 Ocak 2011 Pazartesi

en kısa aşk hikayesi

Zamanın birinde, bir idam mahkumu celladına aşık olmuş.
Cellat da işini yapmış.