ana dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ana dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
22 Mart 2012 Perşembe
crush
Simdi bahar ya... Kirazlar cicek, agaclar renk renk ya... Gelmek istiyor ask. Deli misin, diyorum. Delisin, diyorum. Duruyoruz.
10 Mart 2012 Cumartesi
7 Mart 2012 Çarşamba
bir alev halinde düştün elime
Vedanın katmanları var. "Güle güle"den, "Yaz bana"dan öte. Dile dökülebilenden azade çoğu zaman.
Uzun bir süre görmeyeceği birine bakarken insan, son bir kaç şey söylüyor içinden. Sese değmeyen cümleler kuruyor usul usul. Yas gelip oturuyor göğsüne sonra. Yolun anlamı sarsılıyor.
Ne zaman canın yansa kendini kollarına bıraktığından saklamaya çalışmaksa acıyı, en taşınmazı.
P.S. Bir de, hani içimde bir ağlamak vardı ya, içimde değil artık. Kapladı her yanımı.
ucu çatallanan bir yolda yürüyoruz...
Bir ağlamak var içimde. Benden midir, öğrenilmiş bir hal midir, bilmiyorum. Burnumun ucuna gelip gelip gidiyor. Saklanıyor içimin ücra köşelerinde. Hişt pişt diyor arada bir. Pek kaale almıyorum onu. O da ısrarcı olmuyor şimdilik. Öğrenilmiş haller de bizdendir artık belki, kim bilir...
3 Mart 2012 Cumartesi
28 Şubat 2012 Salı
Yoğurtlu Pilav
Hatırlayabildiğim en eski anımda, annem bana yoğurda karıştırılmış pilav yediriyor. Pilav sıcak. Yoğurda keskin bir tat katmış. Balkonumuzun demirleri henüz yapılmamış. Annemle biz balkonda oturuyoruz. Evimizde inşaat devam ediyor. Ben yetişemiyorum annemin ağzıma yaklaştırdığı kaşıklara. Acelesi var annemin. Annemin hep acelesi oldu. Yapılacak işleri. Yetişecek yerleri. Yaşayacak bir hayatı. Ama iki arada bir derede, en meşgul zamanlarında bile, bulduğu yerde sımsıkı sarılır, öpüp koklardı beni. Sonra yine düşerdi işlerinin peşine. Bu yüzden hep sevildiğini bilen bir çocuk oldum ben. Sevilebilirliğine inanan ama yalnız bir çocuk. Yani "Bir fırsatı bulunabilse, ne biçim sevilebilir bir insanım ben" kişisi. Fırsatlar ve mümkünler dengesi.
Birinin ilk anısında yer almak güzel. Bir arkadaşım dedi ki geçen; "Anne güzel şey, kim bilir anne olmak ne güzeldir." Hala olmak dediriyor ki bana; çok...pek çok güzeldir. Hesaplar ortalama üç yaşında olduğumu işaret ediyor o yoğurtlu pilav günü. Şimdi benim yeğenim üç yaşının biraz üstünde. İçime katasım geliyor onu her gülüşünde. Annem beni nasıl sevip koklamasın.
Öyle. Bu aralar ilk anılarımı düşünüyorum. Birazını hatırlıyorum, birazını da hatırladığımı sanırken yazıyorum muhtemelen. Ama bana iyi geliyor onları düşünmek. Sonra o çok hasta olduğum, biz misafirlikteyken anneme getirilen buzlu suyu o arkasını dönüverince hüüp diye içişimin gecesini düşünüyorum. Bademciklerim şişip nefes borumu kapatmıştı da, nefes alamaz alamaz nefes almıştım hep. Geceyarısı telefonla uyandırılan doktor "Kalemle delin boğazını" demişti de, annem kıyamamıştı bana. Sabaha kadar havlu ütüleyip sırtıma koydu, Viks sürdü çocuk göğsüme. "Ağlama kızım, bak iyi gelecek, ağlamazsan düzelecek."İnandım ağlamazsam düzeleceğine. Anneler söyler, biz inanırdık. Bildiğim en uzun ağlamayı ağlamak isterken o gece, ağlamadım. Annem düzelecek dedi, demek ki düzelecekti. Düzeldi.
Annem tembih ederdi biz bir yere gitmeden önce. "Yaramazlık yapma, yanımdan ayrılma. Uslu otur, tamam mı?" Tamam. Hep tamamdı. Çünkü en ussuz oturmak istediğim zamanlarda, annemin gözleri hatırlatırdı bana usumu nerede bulacağımı. Eve dönünce sorardım "Anne uslu durdum mu?". "Durdun kızım, aferin. Çok olgundur benim kızım." Öyle önemliydi ki annemin aferini. Ağlamazsam geçeceğine inanan yanım, yaşından olgun olmayı da iyi bir şey sandı.
Çocukluk anılarımı ziyaret ediyorum son günlerde. Hepsi anneme çıkıyor. Belki hatırlamaya ihtiyacım var kuşatıldığım sevgiyi. Belki zor geliyor... Kesinlikle zor geliyor uzağında olmak. Olacak olmak. Ama olmak lazım. Bir var olma biçimi olarak olmak.
Sonra...
İşte böyle, kar yağıyor durduk yere sonra. Gidip gidip geri geliyor kar. Zaafına yenilen bir sevgili gibi. Terk edemiyor ama mütemadiyen terk etmeyi deniyor şehri. Ne zaman kar yağsa, ben durup seyrediyorum. Nasıl ki bir insan konuştuğunda, susup dinliyorum. Öyle durup seyrediyorum. Bir kelimesi var karın, dilimin bilmediği. Ama aklımın bir yeri biliyor o kelimeyi. Ben çekiliyorum kenara, onların birbirlerini bilmelerini seyrediyorum. Gidip gidip gidemeyen bir sevgilinin hep geri gelmesi ve bilinmenin sefasına kendini bırakması gibi.
Öyle... Bu aralar sık sık annemi düşünüyorum.
Birinin ilk anısında yer almak güzel. Bir arkadaşım dedi ki geçen; "Anne güzel şey, kim bilir anne olmak ne güzeldir." Hala olmak dediriyor ki bana; çok...pek çok güzeldir. Hesaplar ortalama üç yaşında olduğumu işaret ediyor o yoğurtlu pilav günü. Şimdi benim yeğenim üç yaşının biraz üstünde. İçime katasım geliyor onu her gülüşünde. Annem beni nasıl sevip koklamasın.
Öyle. Bu aralar ilk anılarımı düşünüyorum. Birazını hatırlıyorum, birazını da hatırladığımı sanırken yazıyorum muhtemelen. Ama bana iyi geliyor onları düşünmek. Sonra o çok hasta olduğum, biz misafirlikteyken anneme getirilen buzlu suyu o arkasını dönüverince hüüp diye içişimin gecesini düşünüyorum. Bademciklerim şişip nefes borumu kapatmıştı da, nefes alamaz alamaz nefes almıştım hep. Geceyarısı telefonla uyandırılan doktor "Kalemle delin boğazını" demişti de, annem kıyamamıştı bana. Sabaha kadar havlu ütüleyip sırtıma koydu, Viks sürdü çocuk göğsüme. "Ağlama kızım, bak iyi gelecek, ağlamazsan düzelecek."İnandım ağlamazsam düzeleceğine. Anneler söyler, biz inanırdık. Bildiğim en uzun ağlamayı ağlamak isterken o gece, ağlamadım. Annem düzelecek dedi, demek ki düzelecekti. Düzeldi.
Annem tembih ederdi biz bir yere gitmeden önce. "Yaramazlık yapma, yanımdan ayrılma. Uslu otur, tamam mı?" Tamam. Hep tamamdı. Çünkü en ussuz oturmak istediğim zamanlarda, annemin gözleri hatırlatırdı bana usumu nerede bulacağımı. Eve dönünce sorardım "Anne uslu durdum mu?". "Durdun kızım, aferin. Çok olgundur benim kızım." Öyle önemliydi ki annemin aferini. Ağlamazsam geçeceğine inanan yanım, yaşından olgun olmayı da iyi bir şey sandı.
Çocukluk anılarımı ziyaret ediyorum son günlerde. Hepsi anneme çıkıyor. Belki hatırlamaya ihtiyacım var kuşatıldığım sevgiyi. Belki zor geliyor... Kesinlikle zor geliyor uzağında olmak. Olacak olmak. Ama olmak lazım. Bir var olma biçimi olarak olmak.
Sonra...
İşte böyle, kar yağıyor durduk yere sonra. Gidip gidip geri geliyor kar. Zaafına yenilen bir sevgili gibi. Terk edemiyor ama mütemadiyen terk etmeyi deniyor şehri. Ne zaman kar yağsa, ben durup seyrediyorum. Nasıl ki bir insan konuştuğunda, susup dinliyorum. Öyle durup seyrediyorum. Bir kelimesi var karın, dilimin bilmediği. Ama aklımın bir yeri biliyor o kelimeyi. Ben çekiliyorum kenara, onların birbirlerini bilmelerini seyrediyorum. Gidip gidip gidemeyen bir sevgilinin hep geri gelmesi ve bilinmenin sefasına kendini bırakması gibi.
Öyle... Bu aralar sık sık annemi düşünüyorum.
23 Şubat 2012 Perşembe
Derealization
İnsan niye yola çıkar?
Yol seviyordur belki. Bir yere gitmesi gerekmektedir. Bir yere gitmesi gerekmemektedir ama gidesi gelmiştir. Kalmak yoruyordur artık. Kalmaktan sıkılmıştır. Bulmuştur da bunamıştır. Başka bir telaş özlemiştir kalbi, yolda bulunur sanmıştır. Darda kalmış, daralmış; feraha doymuş, bunalmıştır. Odur budur ya da şudur. Her ne olursa olsun; yol yoldur ve ayrılık ateşten bir oktur.
Yol yoldur ve ben benim ya. Hiç gitmemiş, gönderilmemişim ya. Bu hal bir değişik. Birini yola hazırlıyoruz ama kimi. En tatlı birini. İlk harflerin kafası karışık.
Çok otomatik gidiyor her şey. Hedefe kilitli. Düzenle. Ayarla. Planla. Bugünü tamamla, yarını hesapla. Sanki giden gidecek ve biz arkasından mendil sallayıp bir çay koyacağız. Hep yaptığımız gibi beklemeye koyulacağız.
Yol seviyordur belki. Bir yere gitmesi gerekmektedir. Bir yere gitmesi gerekmemektedir ama gidesi gelmiştir. Kalmak yoruyordur artık. Kalmaktan sıkılmıştır. Bulmuştur da bunamıştır. Başka bir telaş özlemiştir kalbi, yolda bulunur sanmıştır. Darda kalmış, daralmış; feraha doymuş, bunalmıştır. Odur budur ya da şudur. Her ne olursa olsun; yol yoldur ve ayrılık ateşten bir oktur.
Yol yoldur ve ben benim ya. Hiç gitmemiş, gönderilmemişim ya. Bu hal bir değişik. Birini yola hazırlıyoruz ama kimi. En tatlı birini. İlk harflerin kafası karışık.
Çok otomatik gidiyor her şey. Hedefe kilitli. Düzenle. Ayarla. Planla. Bugünü tamamla, yarını hesapla. Sanki giden gidecek ve biz arkasından mendil sallayıp bir çay koyacağız. Hep yaptığımız gibi beklemeye koyulacağız.
2 Ocak 2012 Pazartesi
29 Kasım 2011 Salı
scent of a past life
Eskiden kullandığım bir parfüm bulaştığında ellerime, kokusu geçene dek o kişi oluyorum. Anıdan insanlar beliriyor yanıbaşımda, duruyoruz. Geçmiş etrafımızda dönüyor. Seyrediyoruz. Tekrarlanıyor yanlışlar, hatalar, doğrular, yine olsa yine yapardımlar. Daha uzun susuyoruz.
27 Kasım 2011 Pazar
Debdebe
Söyleyecek sözlerim, söylemeye başladığımda kaçan heveslerim var. Ve her nasılsa galip gelmeyi başaran vazgeçmişliğim. Öyle ki, kıpırdanmaya niyetlenmeleri dahi mahcup ediyor.
Hayatımı toparlamak odamı toplamaktan geçiyor gibi. İçimde bir yer buna inanıyor. Şu odaya bir el atsam hali asılı aklımın ortasında. Etrafından dolaşıp devam ediyorum güne. Atmak, kurtulmak, hafiflemek, ardında bırakmak yardım edecek sanki bana. Hareket etmek kolaylaşacak. Mümkün palazlanacak.
Rutinlere sarıyorum kendimi. Bilinen yollarda yürürken düşünmeye gerek olmuyor. Düşünmeyen beyin soru sormuyor. Neredeyse inanıyorum kendime. Neredeyse...
Sonra bir sözlükte öylesine rastladığım bir kelime gibi beliriyor aklımda 'tutku'. Öyle; 14 punto, times new roman, italik. Hacimden ve gölgeden yoksun -ki gölge varlığın belirtisi- Heyelan başlıyor. Kendini eğlemek güçleşiyor sonra. Debdebe. Aklım beni rahat bırakmıyor. Ne hiç olmak kabil şimdi, ne var kılmak kendimi bildiğim yollarla. Ben yokluğun idrakini içiyorken yaşanana da hayat diyoruz.
6 Ekim 2011 Perşembe
çatış-ma
Sadece çatışmanın getirdiği duygusal yükü taşıyamadığın için geri adım atmak ne kötü fikir. Sonra geri adımlar geri adımları davet eder ve bir geri adımlar ülkesi olur, kalır insan. Canı yandığında canının yandığının canını yakan olmak can yakıyor yine de. Hayat böyle karmakarışık bir yer işte.
25 Nisan 2011 Pazartesi
Bi daaalın!
Kendimi kötü hissettiğim için kötü hissetmemi sağlama mercii yaşlı teyze iç sesleri, vicdan yapmayalım lütfen. Ellerinizdeki şükredilecekler listesine itirazım yok. Bir-iki madde de ben ekleyeyim. Ama bazen de böyle işte. Onaylamaz fısıltılarınız ve kalkık kaşlarınızdan oluşan bir izmir marşıyla uğurlamak istiyorum sizi. Hem susabildiğinizde ne güzelsiniz, hiç düşündünüz mü?
İşte bu kadar!

24 Nisan 2011 Pazar
4 Nisan 2011 Pazartesi
4 Şubat 2011 Cuma
bitterness
2 Şubat 2011 Çarşamba
31 Ocak 2011 Pazartesi
I'm not afraid of you but still broken
22 Kasım 2010 Pazartesi
numb
9 Ekim 2010 Cumartesi
3 Ekim 2010 Pazar
siyah beyaz
eskiden ne kolaydı. seni iterdi, düşerdin, çamur olurdu eteğin, incinirdi gururun, ondan ömrün boyunca nefret ederdin. 'kötü' olurdu o. kötülerle işin olmazdı ki zaten senin. sen de onu ittiysen can havliyle, hak etmişti zaten. kötüler hak ederdi. bir daha da konuşmazdınız. iyiler kötülerle konuşmazdı. diz dediğin de öyle durup durup kanamazdı. yaraların dahi insafı vardı eskiden, yakanı bırakırlardı.

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)