4 Haziran 2013 Salı

retraumatizing a generation

18 yaşındaydım birileri benim kim olduğuma karar verdiğinde. Ben neye inandığımı anlatmaya çalışırken, militan olduğum konusundaki karar çoktan çıkmıştı. Başkasını hiçe sayarak var kalmaya çalışmanın zavallılığını fark edişim o döneme rastlar ve o günden beri nefret ederim ben senin ciğerini bilirim tavrından. Düşündüklerime, hissettiklerime ve inandıklarıma tepeden bakılması; daha önce tanışmadığım bir öfke doğurmuştu içimde. Ne kendi öfkemle, ne de kutsalımı hor gördükçe medenileştiğine inanan zihniyetle bir arada yaşamak kolay değildi. Düştüm, kalktım, az buçuk piştim. Kendimi, başkalarının hakkımda düşündükleri ile tanımlamamayı öğrendim. Kolaylaştı yan yana durmak. Farklılıkların ötesini keşfetmek hem heyecan verdi, hem de hırpalanmışlığıma iyi geldi. Bütün bunlar olurken, bir şeyi hiç unutturmadım kendime; kendim için istediğimi, başkası için de istemeyebilmeyi.

Ötekileştirmek temiz iş. "Bunların hepsi böyle" der, çıkarsın işin içinden. Anlamaya, dinlemeye, çabaya gerek kalmaz. Ama fark da kalmaz işte. Kendinde gördüğün hakkı başkasına tanımadığında samimiyetini sorgularlar adamın. Zamanında sistem beni ve benim gibileri tükürüp attığında en çok koyan sesimi duyuramamak ve yok sayılmak olmuştu. Şimdi köprü kapatabilecek bir insan seli yola çıkabiliyorsa, sözlerine kulak vermek gerek.

Etrafa zarar verenleri görüp bunu sokaktaki bütün insanlara mal etmek haksızlık. Kini, kutuplaşmayı ve nefreti beslemekten istisnasız hepimiz zarar görürüz. İlkokul arkadaşım durduk yere önce hakaret edip sonra bloke ediyorsa beni facebook'ta, sokağın potansiyelini çok iyi okumak, gerginliği daha fazla tırmandırmadan kontrol altına alabilmek lazım. Biber gazıyla, copla, şiddetle değil. Var sayarak. Konuşma hakkı vererek. Ötekini de duyarak.

Ben, sadece kendine müslüman olmayı reddediyorum, deyimin tüm yan anlamlarını da içine katarak.