rica ediyorum, ortak bir karar alalım ve iyilik, fedakarlık gibi kavramları çıkartalım hayatımızdan. çoktan öldürdüğümüz ama bir çeşit gurur vesilesi kılmak için, içlerini doldurmak suretiyle duvarlarımıza astığımız geyik kafalarına dönüştüler nasılsa, gömelim gitsin.
ne zamandır, bir gün karşılığını bekleyerek iyilik, fedakarlık yapma eğilimdeyiz bilmiyorum ama uzun zamandır olsa gerek. "mefhumların içinin boşalması ve cüretin yol haritası" adlı kutsal kitabın "iyilikler ve fedakarlıklar" bölümüne baktığımızda, bu mefhumların içlerinin boşalmaya başladığı ilk dönemlerde, insanların karşılık beklediklerini birbirlerinden sakladıkları, ancak saklı saklı bekledikleri karşılıkları elde edemediklerinde, çemkirme ihtiyaçlarını ise olmadık bir başka yerden cıngar çıkartmak suretiyle karşıladıkları tespitini görüyoruz. şimdilerde pek de kimsenin iyiliklerinin karşılıklıksız kalmasından duyduğu hayal kırıklığını saklama eğiliminde olmadığını düşünürsek, epey bir olmuş biz bu geyikleri vuralı.
bir de öyle sinsi ki insanoğlu, sözde iyilik ve fedakarlık anında, bu tam bir iyilik ve fedakarlıkmış gibi algılanmasına sebep olacak şekilde davranmaya devam ediyor. bütün sevecenliği, karşılık beklemezliği, muhattabını umursar tavırlarıyla aldatıcı bir tablo ortaya kokuyor. aldatıcı çünkü, karşısındaki insanın bundan 10 gün, olmadı 5 ay, belki de 2 sene sonra, beklediği bir şeyi gerçekleştirmediği ya da gerçekleştiremediği bir durumda ("postmodern toplum ve geyik boynuzundaki kavramlar" adlı bir diğer kutsal kitabın bildirdiğine göre, -ebilememek ve -memek arasında arasında bir fark yok geyik avcısı yeni nesil insanın gözünde. yapamadıysan da yapmamışsın demektir.) hemen döküveriyor eteğindeki taşları; ama ben onun için neler neler neler yapmıştım. kimse yoktu yanında, bir Allah kulu yüzüne bakmıyordu, ben onu adam yerine koydum.
ne yaptın abla ya, n'aptın! sen onu 'adam yerine koyarken'; "bak cicim, şimdi bana ihtiyacın var ve ben de yanındaymış gibi davranıp bu ihtiyacını karşılıyorum ama yarın öbür gün bir canımı sık, burnundan getiririm, adam olarak yaratılmışlığına pişman olursun. beklentilerimin sınırlarından bir çık -ki onları dile getirmiş olmam da gerekmiyor, zihnimden geçirdiğim ve nöronlarım arasındaki o ilk elektriksel iletinin yaşandığı an senin için de geri sayım başlar- bak bir çık, ne varsa senin için yaptığım o gün döküyorum ortaya. bizde böyle, işine gelirse kabul et ve iyilik takma adlı çok başlıklı torpidomu ateşleyeyim, istemiyorsa bırakayım seni kendi sefil ihtiyaçlarında boğul." dedin mi garibe... demedin. bir şefkat, bir merhamet timsali gibi dikildin yanında ve bir tefeci gibi kaç katını alabileceğini kaydettin zihnindeki "iyilik ve fedakarlık faizi" adlı gizli bölmeye. en baştan şu anlaşmayı yapsan içim yanmaz zira, bir insan bir tefeciye gittiğinde, bir tefeciye gittiğini biliyordur ve karşısında oturan adamın muhtemelen ilk fırsatta kanını iliğini emecek (not in a good way ;) ) bir organizma olduğundan haberdardır. ama sen pamuk prensesin üvey annesi gibi bütün cadı tırnaklarını balo elbiselerinin altına sakladın ve sözde iyiliklerinin muhattabını savunmasız bıraktın. şimdi kahrol ah ben ne iyi insandım da kıymetimi bilen yok meyhanesinde. sıradaki şarkı da benden sana gelsin.
bunun bir başka versiyonu da 'yemedim yedirdim, içmedim içirdim, saçımı süpürge ettim'dir. e gözümün bebeği anne, hepsini yedirmeyip biraz da sen yeseydin, e biraz da bölüşüp içseydiniz de çocuğun olur olmaz semirmek yerine sağlıklı bir anne-evlat ilişkisine sahip olsaydı ya... sanki bir tek sen yedirdin, içirdin çocuğunu da bugün başına kakıyorsun. hem süpürge dediğin 1-2 lira bir şey. saçlarına kıymayaydın da sonra uzakdoğunun okyanus özlerini içeren bal serpintili badem esintili şampuanlarına bir servet yatırmayaydın ya... bak tefeci olacağım diye kendi ekonomini ziyan ettin, yazık.
efenim diyeceğim o ki, bir gün, hangi şartlar altında olursa olsun, içinize oturacağını düşünüyorsanız o iyiliklerin, yapmayın gözünüzü seveyim. eğer bir kâr hanesi varsa karşılarında, bir beklenti doğuruyorsa içinizde göze aldığınız fedakarlıklar, rica ederim, yapmayın. bırakın insanlar sizi o an duyarsız ya da umursamaz bulsunlar, bu yarın öbür gün bir şahinin pençesinde, hem de şahinler halkının sıradan bir üyesinin değil, tefeciler sınıfından bir şahinin pençesinde, çekecekleri acıdan çok daha rahat atlatılabilir. siz de içinizdeki tefeciyle tanışmamış olursunuz. iki kere rafine...
kelime etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kelime etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
26 Nisan 2009 Pazar
27 Mart 2009 Cuma
'be safe'

anlamlar yer değiştiriyor... iki yandan aktıkça yaşam, sözlük anlamlarını bildiğim kelimelere mânâ katmanları ekleniyor. insanın kendisinden saklanmak istediğinde gidilebileceği bir kişiye sahip olması, emniyet fikrinin bir yeni katmanı... zihin, kendisini en müzmin çıkmazlara sürükleyecek zaaflarını yine en iyi kendisi bildiği için, 'ben benden emin değilim ama senden eminin, emniyetim ol.' deyip kendinizi bırakabildiğiniz kişi, şimdi daha da net bir keskinlikle anlıyorum ki, incili kadifeler göğsüne gömülü sandık sandık hazineyle karşılıklı kefelere koyulsa, hazineye boyun eğesi değil...
my constant; mamisaphe...
8 Ocak 2009 Perşembe
so what

her yıla bir tema belirliyor ya insanlar; barış yılı, yılan yılı, mevlana yılı vs... benim için bu yılın ana teması 'kabul' olsun istiyorum. bu kelimeyi kalın yapayım, italik yapayım, altını çizeyim, ben onu belirginleştirdikçe o manasını hayatıma yaysın istiyorum.
kabul, beklentiler ile hayal kırıklıkları arasındaki kuvvetle muhtemel bağı zayıflatıyor. kabulün salındığı meydanları hayal kırıklıkları tutamıyor. gölgesini düşürebiliyor en çok, şöyle bir geçiyordum, uğradım kadar..
bugün katıldığım bir grup çalışmasında yapılan katkılar bana şunları düşündürdü: yaşamda arzu edilen ve arzu edilmeyen deneyimler var; sevilmek, takdir edilmek, beğenilmek ya da acı çekmek, terk edilmek, reddedilmek gibi... bazılarının peşinde deli gibi koşarken bazılarından da aynı hızla kaçıyoruz. yaşanan günden 30-40 yıl sonra geri dönüp bakıldığında geriye ne kalacak? mütemadiyen sevildiğiniz, takdir edildiğiniz, bir dediğinizin iki edilmediği bir hayatı "mutlu" olarak tarifleyecek misiniz acaba? 'yaşanmış' kelimesinin altını ne kadar dolduracak bu tek yönlü deneyimler? peki, oncan yıl sonra da bu kadar korkutucu kalacak mı terk edilmişliklerimiz, çektiğimiz acılar?
her bir deneyim bir referans noktası oluşturuyor hayatta. (göreceli) daha iyiyi ve (göreceli) daha kötüyü tanımlamamıza katkı sağlıyorlar. bizse sadece arzu edilir bulduğumuz deneyimleri sahiplenir gibiyiz. acılar derhal bitsin, sevilmeler sonsuza dek sürsün istiyoruz. oysa her biri bir diğeri kadar bizim ve bir diğeri kadar sonlu... en nihayetinde birbirinden farklı deneyimlerimizin oluşturduğu bambaşka bir renk değil miyiz hayatta? aşk da benim, acı da benim, öfke de benim, hüzün de benim, ayrılık da benim; ben, tek bir renkten ibaret değilim. tam burada Kadir hocamı anmazsam olmaz, "hayat sizi seçeneksiz kılmaz, yeter ki siz kendinisi seçeneksiz kılmayın."
kabul kelimesinin yanına sahip çıkmayı da yazdım bu yıl için. bakalım neleri kabul etmek, nelere sahip çıkmak gerekecek...
son bir not güne dair, bir defter kapağında okudum;
"Life isn't about finding yourself. Life is about creating yourself."
'inşa' kelimesi de başka bir yazının konusu olsun.
6 Ocak 2009 Salı
nefes almak
uzun süre su altında kalan insanların tam yüzeye çıktıkları anda çıkardıkları bir ses vardır filmlerde, derin bir soluğun akciğerlere çekiliş sesi... yazmak eyleminin ses efekti öyle işte. kod adı, nefes almak.
30 Aralık 2008 Salı
şimdi gözümde canlandılar...
insan beyninin enteresan bir kodlama sistemi var. her duyu organından ve kimbilir daha bilmediğimiz hangi kaynaklardan elde ettiği girdileri, birbirine bağlayarak öyle bir kodluyor ki; biri açığa çıktığında gerisi çorap söküğü... yıllar önceki o kış gecesini hatırlamanın nedeni vals yapan kar taneleri olabilir. "seni affedemiyorum." dedikten sonra çekip gittiği masada yalnızlıkla karşılıklı oturulan o öğlen vaktini hatırlıyor olmak, güneşin pencereden aynı açıyla süzülüşündendir belki. rüzgar saçlarınızı tıpkı bugünkü gibi boynunuza dokundururken aldığınız bir müjdenin sevinci belirebilir içinizde ansızın. nadiren ipuçlarını yakalar, çoğu zamansa "nedensiz" buluruz bu duygulanımları. müzik, kuvvetli bir anıları birbirine bağlama aracı. 90'ların popüler şarkılarından oluşan videolar izledim geçenlerde. 13 yaşında oldum, 15, 18... aktı gözlerimin önünden sahip olduğumu dahi hatırlamadığım anılar. bir film olsa hayatım, izlesem, dedim. kaybettim sanılan bir eşyanın bulunması gibi... bu kadar zamandır sahip çıkmadıklarıma hala nasıl 'benim' diyebildiğim de tartışılabilir. unuttuğumuzu dahi farkında olmadıklarımız bilinç düzeyine çıktığında buna yine de hatırlamak denir mi? 10 yıl aklına getirmediğini bir gün hatırlayıverince unutamamış mı olur insan? unutmak nedir peki? bugün mü baz alınmalı, bugüne gelene kadar geçen süreç mi? seni unuttum demen bile beni hatırlamandır klişesi çıplak bir gerçeklik mi yani? neyse... bir film olsa hayatım, izlesem, dedim ve geçti.
gündem notları;
1- ihaneti affedemeyeceğimi deneyimle sabitledim. ihanete dair (haberdar olduğum) deneyimler arkadaşlıklarımla sınırlı. ancak öylesine bir süreç ki bu, ikili ilişkilerin herhangi bir alt tipinde ihanet akabinde yanına yaklaşılası biri olmadığımı düşündürüyor bana. yaygın tabiri ile "tekrar deneme kararı" alınsa dahi, benim denediğim şey "nasıl yaptın, nasıl, nasıl" sorularıyla intikam bilemek ve o kişiyi hayatımda yaşayan bir ölüye dönüştürmek. bildiğim en büyük intikam, görmezden gelmek sanki. varsın, buradasın, görebilirsin beni, uzansan dokunabileceğini sanırsın ama dokunamazsın. sesin ulaşmaz olur, (bir zamanlar) sahip olunan dostluğa sadakatsizliğinin vicdan azabı olarak kalırım hayatında, gibi saçma sapan bir şeye dönüşüyor bu ilişkiyi tamir süreci bende. mânâ kaybolunca, üzerine bir şey eklemek imkansız.
2- "hayal edip elde ettiğiniz ne oldu şimdiye kadar" sorusuna veremediğim cevap beni düşündürdü. önce hayallerine kavuşamamış bir insan sandım kendimi. sonra hayal dahi edememiş de olabileceğimi düşündüm. en sonunda hayal ederken gözümde büyüttüklerimi elde ettikten sonra gözümde küçülttüğüme kanaat getirdim. yine acıklı ancak ikinci olasılık kadar değil.
3- bazen canım acıyor. kayıplarını özlüyor içimde, kayıplarımın sahibi...
gündem notları;
1- ihaneti affedemeyeceğimi deneyimle sabitledim. ihanete dair (haberdar olduğum) deneyimler arkadaşlıklarımla sınırlı. ancak öylesine bir süreç ki bu, ikili ilişkilerin herhangi bir alt tipinde ihanet akabinde yanına yaklaşılası biri olmadığımı düşündürüyor bana. yaygın tabiri ile "tekrar deneme kararı" alınsa dahi, benim denediğim şey "nasıl yaptın, nasıl, nasıl" sorularıyla intikam bilemek ve o kişiyi hayatımda yaşayan bir ölüye dönüştürmek. bildiğim en büyük intikam, görmezden gelmek sanki. varsın, buradasın, görebilirsin beni, uzansan dokunabileceğini sanırsın ama dokunamazsın. sesin ulaşmaz olur, (bir zamanlar) sahip olunan dostluğa sadakatsizliğinin vicdan azabı olarak kalırım hayatında, gibi saçma sapan bir şeye dönüşüyor bu ilişkiyi tamir süreci bende. mânâ kaybolunca, üzerine bir şey eklemek imkansız.
2- "hayal edip elde ettiğiniz ne oldu şimdiye kadar" sorusuna veremediğim cevap beni düşündürdü. önce hayallerine kavuşamamış bir insan sandım kendimi. sonra hayal dahi edememiş de olabileceğimi düşündüm. en sonunda hayal ederken gözümde büyüttüklerimi elde ettikten sonra gözümde küçülttüğüme kanaat getirdim. yine acıklı ancak ikinci olasılık kadar değil.
3- bazen canım acıyor. kayıplarını özlüyor içimde, kayıplarımın sahibi...
26 Aralık 2008 Cuma
yönelme hali
kimi düşünceler teğet geçiyor farkındalığıma. en yükseğe sıçrayabildiğim son hamlemde dahi parmaklarımın ucundan kaçıp giden bir uçan balon gibi... bir daha hiç bulamıyorum izlerini. bir güzel tat kalıyor hatırımda "dair".
kimi kelimeler tek başlarına var olamıyorlar, ne garip. dair, rağmen... öncelerine bir kelime gelmeli, yaslanılacak, mümkünse yönelme halli, "...e"li... "x'e rağmen... y'ye dair..." belki kelimelerden devşirmekteyiz kimilerimiz kaderlerimizi. kimilerimiz, bir yönelme halli kelime olmadan sırtımızı yaslayabilecek, var olamıyoruzdur belki. dair'in ayıbı olmuyor da, neden bana ayıp? rağmen yalnız kalamıyor da, neden ben bir "bağımsızlık" tabelasının gölgesini mekan tutmuşum.
kılıf bunların tümü. lütfen kılıflarımı elimden almayın. ellerimle işledim, nakışladım onları ben. minarelerimin cüsselerini saklasınlar diye içlerine, özenle istifledim. bağımsızlık, özgürlük, kendinden eminlik... beni bir "dair" kılmayın hayatta, bir "rağmen" kadar olduğumu yüzüme vurmayın. tüm derdim bir yönelme halli kelime mi yani? kibrit çöpünün eceli, alevin iştahının bittiği yerde mi?
kimi kelimeler tek başlarına var olamıyorlar, ne garip. dair, rağmen... öncelerine bir kelime gelmeli, yaslanılacak, mümkünse yönelme halli, "...e"li... "x'e rağmen... y'ye dair..." belki kelimelerden devşirmekteyiz kimilerimiz kaderlerimizi. kimilerimiz, bir yönelme halli kelime olmadan sırtımızı yaslayabilecek, var olamıyoruzdur belki. dair'in ayıbı olmuyor da, neden bana ayıp? rağmen yalnız kalamıyor da, neden ben bir "bağımsızlık" tabelasının gölgesini mekan tutmuşum.
kılıf bunların tümü. lütfen kılıflarımı elimden almayın. ellerimle işledim, nakışladım onları ben. minarelerimin cüsselerini saklasınlar diye içlerine, özenle istifledim. bağımsızlık, özgürlük, kendinden eminlik... beni bir "dair" kılmayın hayatta, bir "rağmen" kadar olduğumu yüzüme vurmayın. tüm derdim bir yönelme halli kelime mi yani? kibrit çöpünün eceli, alevin iştahının bittiği yerde mi?
5 Aralık 2008 Cuma
bilmek
ne söyleyeceğini bilmek
elindekilerin kıymetini bilmek
sınırlarını bilmek
düşüncelerini sıraya koymayı bilmek
zamanı yönetmeyi bilmek
elinden gelenlerin kısıtlı olduğunu bilmek
yaşamayı bilmek
günün tadını çıkarmayı bilmek
kıymet bilmek
kendini eğlendirmeyi bilmek
yol yordam bilmek
haddini bilmek.
elindekilerin kıymetini bilmek
sınırlarını bilmek
düşüncelerini sıraya koymayı bilmek
zamanı yönetmeyi bilmek
elinden gelenlerin kısıtlı olduğunu bilmek
yaşamayı bilmek
günün tadını çıkarmayı bilmek
kıymet bilmek
kendini eğlendirmeyi bilmek
yol yordam bilmek
haddini bilmek.
17 Kasım 2008 Pazartesi
kol kırılır yen içinde kalır
kıranın çok içeriden biri olması hasebiyle, kırığın yenden gayrısını mekan tutmaya ar etmesi demektir. kırığın dahi kırana aşıklığıdır. bunca büyüklük karşısında, kıranın başına taş yağsa, azdır.
1 Eylül 2008 Pazartesi
yazmak
alelade bir eylem olmayıp üstün nitelikler de gerektirmemektedir. konuşmaya çok benzer lakin kendi kendine düşünme süreçleri biraz daha uzundur. insan kelimeleri aklında başka sıralar da ağzından çıkınca başka anlam bulur gibi olur ya, yazmak eyleminde bu sürece müdahale mümkündür. söz, okun yaydan fırlaması ise; yazmak, geri alım mekanizmalı bir yaydır. ok istikametten şaşma gösterir gibiyse, geri alım mekanizması devreye sokulabilir ve koordinatlar üzerinde oynanabilir. üstün nitelikler gerektirmemesi konusu ise ayrı bir meseledir. zira, pek az insan kalem tutar ülkemizde. evinde okula giden birileri olmadığını bahane ederek "kalem-kağıt neredeydi acaba" diye yakınan insanlar tanıdım ben. oysa konuşmak gibi, daha ileri gidiyorum, düşünmek gibi bir olmazsa olmaz eylemdir insan ruhu için. olmazlığının koşulsuz sonucu; benin varlık dehlizlerindeki o esrarlı yolculuktan sonsuza dek ve mutlak şekilde mahrum kalmasıdır. aslında şaşılacak bir şey yok. okumanın da "ay hiç fırsatım olmuyor" bir eyleme dönüştüğü bir nesil, esrarlı yolculuklardan yoksul kalmak konusunda oldukça tecrübe sahibi olmalıdır.
30 Ağustos 2008 Cumartesi
tamam olmak
insan neye sahip olursa olsun, eksik kalır. hep bir şey daha... hep sahip olunmayan o şey daha... bir ah bir de o olsa, başka da bir şey istemem daha... bitmez. insandaki eksiklik duygusu, sahip olunanlar şükürle mühürlenmedikçe bitmez. şükür hem kıymet bilmeyi, hem kanaati temsil eder. kanaatkâr bir memnuniyete muhattab olmak Latif Olan'ı mutlu eder ve O mutlu edeninden eksik etmez mutluluğu. Hamd... Sana!
27 Ağustos 2008 Çarşamba
azeem o shan shahenshah farma ravaa
adanmak... sınırlarını eritmek ve içinde ben'in kalmadığı bir dönüşüm yaşamak. ben neredeyim diye sormadan... olmanın tek yolunun onda olmak olduğunu bilerek... bu bilgiden incinmeyerek... dergâh önünde çıkardığı pabuçların yokluğunu nasıl hissetmezse derviş, öyle bir kıyama durmak; kıraatler katre katre... rüknûnu 4 elif miktarı uzatmak da, cezm nerede diye sormamak... şeddeli secdelerle almak alnın hakkını vakitten ve her bir kıyamı vakfe gibi yaşamak. kalpte nar-ı aşkı tavaf eyleyen mevleviler, etek uçları kül, avuç içleri köz. sineler pâre pâre, yâreler göz göz... uçbeyliklerden kopan atlılar hâra ferah taşımakta iseler de, ne çare. yazgıdan dökülürken yangınlı ferman, nalın çivisi çürümekte, atın ayağı aksamakta... ki, sipahi birliği; sisler içinde bir hayal şimdi ancak.
25 Ağustos 2008 Pazartesi
Israr
Çocukken, ısrar etmenin ikna etmek nev'inden olduğunu sanırdım. Sonra, talep edilmek bâb'ından arzu edilmeye, oradan da istenir ve sevilir olmaya çıktığı yanılgısına vardım. Faili olduğumda da, mefulû olduğumda da ısrarı, sevgi perdesinden damıttım; ısrara muhattab iseniz düşünülmekte, sevilmekte, önemsenmektesiniz. Şimdi ise kocaman bir PEH eklemek istiyorum bu cümlenin gerisine. Israr şimdilerde çokça ben'le ilgili bir mefhum gibi. Benlik, ego; bencillik, egoizm...
"Seni düşündüğüm, isteklerini önemsediğim, seni değerli gördüğüm için ısrar ediyor değilim. Bilakis, eğer öyle olsaydı; kendin için neyin iyi olacağının kararını sana bırakabilir, bana zor gelse dahi mahremiyetinin sınırları dışında saygıyla durabilirdim. Yegâne hedefim kontrolde kalmak, dediğimi yaptırmak, aklımdaki sen için biçtiğim kaftanı giymeni sağlamak. Dava uğruna emrivâkinin adını bile ikna olarak değiştirebilirim. Bakma nazlandığına, aslında çok sevindi, diyebilirim. İşin tuhafı, bana bile yalan gelmez bu cümleler. Egomun gediklerine doldurmak için sıraladığım bu yalanlara, herkesten önce kendim inanabilirim. Israrıma cevap bulamazsam eğer; kırgın, öfkeli, hatta suçlayıcı olabilirim. ben seni bu kadar düşünürken, senin benim sözlerimi önemsemediğinden dem vurabilirim. Masum bir Hayır, teşekkür ederim'den dolayı seni müebbete mâhkum edebilirim. Sen kimsin ki kendin için iyi olanı, iyi olmasın, tercih edilesi olanı belirleme hakkına sahip olasın. Bunları olsa olsa ben bilirim. Ne de olsa seni en çok seven, en düşünen, en çok önemseyen benim.
Sevgiler,
Sevenin ve her daim sevecek olanın."
"Seni düşündüğüm, isteklerini önemsediğim, seni değerli gördüğüm için ısrar ediyor değilim. Bilakis, eğer öyle olsaydı; kendin için neyin iyi olacağının kararını sana bırakabilir, bana zor gelse dahi mahremiyetinin sınırları dışında saygıyla durabilirdim. Yegâne hedefim kontrolde kalmak, dediğimi yaptırmak, aklımdaki sen için biçtiğim kaftanı giymeni sağlamak. Dava uğruna emrivâkinin adını bile ikna olarak değiştirebilirim. Bakma nazlandığına, aslında çok sevindi, diyebilirim. İşin tuhafı, bana bile yalan gelmez bu cümleler. Egomun gediklerine doldurmak için sıraladığım bu yalanlara, herkesten önce kendim inanabilirim. Israrıma cevap bulamazsam eğer; kırgın, öfkeli, hatta suçlayıcı olabilirim. ben seni bu kadar düşünürken, senin benim sözlerimi önemsemediğinden dem vurabilirim. Masum bir Hayır, teşekkür ederim'den dolayı seni müebbete mâhkum edebilirim. Sen kimsin ki kendin için iyi olanı, iyi olmasın, tercih edilesi olanı belirleme hakkına sahip olasın. Bunları olsa olsa ben bilirim. Ne de olsa seni en çok seven, en düşünen, en çok önemseyen benim.
Sevgiler,
Sevenin ve her daim sevecek olanın."
18 Ağustos 2008 Pazartesi
beklerken
Durarak yapılan yegâne eylem durmanın kendisi olduğu halde, beklemeyi durmakla eş gören ve bunu kendinden müstakil bir gerekçeye dönüştürerek eylemsizliğe kılıf biçen bir neslin insanlarıyız. "Doğru zamanı bekliyorum" dillendirmesinin gölgesine kurulup seraptan vahalar seyreyleyen bir neslin birbirine ne de çok benzeyen insanları...
Çocuğunun alnına koyduğu buzlu bezleri yenileyen kadının kıpırdayan dudaklarındadır beklemek oysa...
Toprağın sinesine sardığı tohumu suya doyurma gayretindeki adamın ümitvar ellerindedir.
Allah'ın izni ve peygamberin kavlinin yanına annesiyle babasını katmış kanı delinin kütürdeyen kalbinde...
İlk kez yaptığı yemeği eşine tattıran çiçeği burnundanın gözlerindedir.
Çepeçevre kuşatılmış şehr-i stanbul'un vaktini gözleyen Fatih'in saçlarınındaki Mayıs rüzgarındadır.
Kartal Gözü'nde, Al-Işık üzerinde durmuş Söğüt'ü seyreyleyen Osman Beğ Gazi olası Osmancığın kalbinde yanan Malhun Hatun hayalindedir.
Beklemenin alt yazısı olsa olsa inşa etmek nev'inden okunur. Zira kuytusundan çıkmayanın, taş üstüne taş koymayanın menzile erdiği görülmemiştir.
Çocuğunun alnına koyduğu buzlu bezleri yenileyen kadının kıpırdayan dudaklarındadır beklemek oysa...
Toprağın sinesine sardığı tohumu suya doyurma gayretindeki adamın ümitvar ellerindedir.
Allah'ın izni ve peygamberin kavlinin yanına annesiyle babasını katmış kanı delinin kütürdeyen kalbinde...
İlk kez yaptığı yemeği eşine tattıran çiçeği burnundanın gözlerindedir.
Çepeçevre kuşatılmış şehr-i stanbul'un vaktini gözleyen Fatih'in saçlarınındaki Mayıs rüzgarındadır.
Kartal Gözü'nde, Al-Işık üzerinde durmuş Söğüt'ü seyreyleyen Osman Beğ Gazi olası Osmancığın kalbinde yanan Malhun Hatun hayalindedir.
Beklemenin alt yazısı olsa olsa inşa etmek nev'inden okunur. Zira kuytusundan çıkmayanın, taş üstüne taş koymayanın menzile erdiği görülmemiştir.
beni bırakma
"beni bırakma"
yan yana iki kelime...
yana yana iki kelime...
rastgelelikten uzak bir izdüşümü ile bağlı aynı tırnak içinde...
muhattabının sözde emir kipinde, en nihayetinde yalvarma hükmünde olan bu cümleciğe neyle mukabele edeceği; zamana, mekana, aşka, cesarete, insafa, isyana, kararlılığa, sevdaya, umuda, bağlılığa, idraka, güvene, yurdu batısından saran alçak basıncın yağmur getirip getirmemesine, güne, düne ve yarına bağlı.
"sakın bir söz söyleme"
yan yana iki kelime...
yana yana iki kelime...
rastgelelikten uzak bir izdüşümü ile bağlı aynı tırnak içinde...
muhattabının sözde emir kipinde, en nihayetinde yalvarma hükmünde olan bu cümleciğe neyle mukabele edeceği; zamana, mekana, aşka, cesarete, insafa, isyana, kararlılığa, sevdaya, umuda, bağlılığa, idraka, güvene, yurdu batısından saran alçak basıncın yağmur getirip getirmemesine, güne, düne ve yarına bağlı.
"sakın bir söz söyleme"
6 Ağustos 2008 Çarşamba
o-nay-lıyorum
anlamak ve onaylamak arasındaki farktır not düşülen satırların istikameti.
anlarsak onaylamış oluruz diye birbirimizi, dinlemek dahi zûl sanki şimdilerde. "gerekçelerini haklı buluyorum" ile "bu deneyimleri senin için gerekçe kılan bakış açısını kavrayabiliyorum"arasındaki fark o kadar da anlaşılmaz değil oysa. bir fikri anlarsam onu desteklemiş olurum ve dinlersem belki de anlarım korkusu kolluyor kulaklarımızın örs-üzengi tenhalığını. tenha, zira kendi yankısı ile hemhal herkes, pencerede; "yemin törenine gittim, anlamamaya and içip gelicem" yazısı.
filhakika, "ötekini anlamakla başlar ötekileşmek, zinhar anlaşılmaya!" yazıyor, hamilini hiç de yakın kılmayan hamili kart yakinimdir kartlarımızın arkasında.
anlarsak onaylamış oluruz diye birbirimizi, dinlemek dahi zûl sanki şimdilerde. "gerekçelerini haklı buluyorum" ile "bu deneyimleri senin için gerekçe kılan bakış açısını kavrayabiliyorum"arasındaki fark o kadar da anlaşılmaz değil oysa. bir fikri anlarsam onu desteklemiş olurum ve dinlersem belki de anlarım korkusu kolluyor kulaklarımızın örs-üzengi tenhalığını. tenha, zira kendi yankısı ile hemhal herkes, pencerede; "yemin törenine gittim, anlamamaya and içip gelicem" yazısı.
filhakika, "ötekini anlamakla başlar ötekileşmek, zinhar anlaşılmaya!" yazıyor, hamilini hiç de yakın kılmayan hamili kart yakinimdir kartlarımızın arkasında.
9 Temmuz 2008 Çarşamba
Derinlemesine Kelimeler
inkar, şu sıralar zihnimde at koşturan bir örnek anlamı içeri doğru genişleyen kelimelere... en düz bakışla red manası taşır ancak bu kadar sığ değildir açılımı. var olmayanı ya da gerçekliği olmayanı inkar etmekten söz edilemez. dolayısıyla inkar'dan söz edebilmek için önce bir gerçeklik/varlık ve sonra bunun reddi söz konusu olmalıdır. bu bakışla inkar; kabul etmeyi reddetmektir. tam da yokluk ilanı olmak gayretinin tutuştuğu yerde, bir varlık itirafına denk gelmektedir. nasıl ki tercih etmek iradeyi, karar vermek muhakemeyi taşıyorsa bünyesinde, her inkar eylemine bir kabul gölgesi düşer red vurgusunun arefesinde...
7 Temmuz 2008 Pazartesi
kediyi merak öldürür, dokuz canın kaçıncısı ölümcül?
değişimi dengesizlik olarak algılama eğilimi kurcalıyor kafamı...
aynı kalmaya istikrar denilince, değişim de dengesizlik oluyor tabi. oysa istikrar ve değişim birbirini imkansız kılan iki kelime gibi gelmiyor bana. koordinatlar tutturulduğu taktirde, diğerinin varlığını tehdit etmeden ve tehdit görmeden seyrüsefer eyleyebilirlermiş gibi... zira istiktar mefhumu; aynı davranışın tekrarına değil, tutarlı davranışların ardışık salınımına işaret eden, niteliksel bir vurguya sahip. denge ise; içeriğe pek gönderme yapmayan, niceliksel yükü ağır basan bir kelime. aksi halde, bir kefesinde 1 kg domates, diğer kefesinde 1 kg demir olan terazinin yere paralel duruşuna denge demezdik.
derkenar: bu kadar yazdım, ettim, kendimin yalancısı çıktım. tdk dengeye istikrarı, istikrara da dengeyi yan anlam olarak vermiş. acırım acırım, onca nöronumun iletiler sırasında harcadıkları elektiriğe acırım... kaç kalori olduğunu bilsem o kadar da acımazdım belki! khamoshiyan gungunane lagi.
aynı kalmaya istikrar denilince, değişim de dengesizlik oluyor tabi. oysa istikrar ve değişim birbirini imkansız kılan iki kelime gibi gelmiyor bana. koordinatlar tutturulduğu taktirde, diğerinin varlığını tehdit etmeden ve tehdit görmeden seyrüsefer eyleyebilirlermiş gibi... zira istiktar mefhumu; aynı davranışın tekrarına değil, tutarlı davranışların ardışık salınımına işaret eden, niteliksel bir vurguya sahip. denge ise; içeriğe pek gönderme yapmayan, niceliksel yükü ağır basan bir kelime. aksi halde, bir kefesinde 1 kg domates, diğer kefesinde 1 kg demir olan terazinin yere paralel duruşuna denge demezdik.
derkenar: bu kadar yazdım, ettim, kendimin yalancısı çıktım. tdk dengeye istikrarı, istikrara da dengeyi yan anlam olarak vermiş. acırım acırım, onca nöronumun iletiler sırasında harcadıkları elektiriğe acırım... kaç kalori olduğunu bilsem o kadar da acımazdım belki! khamoshiyan gungunane lagi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)