30 Mart 2009 Pazartesi

the holiday


Miles: Why am I attracted to a person I know isn't good?

Iris: I happen to know the answer to this. You're hoping you're wrong. She does something that tells you she's no good, you ignore it. Every time she comes through and surprises you, she wins you over... and you lose that argument with yourself that she's not for you.

Miles: Exactly.

Iris: I know it's hard to believe people when they say, "I know how you feel." But I actually know how you feel.I understand feeling as small and as insignificant as humanly possible. How it can actually ache in places that you didn't know you had inside you. It doesn't matter how many new haircuts you get or gyms you join or how many glasses of chardonnay you drink with girlfriends. You still go to bed every night going over every detail and wonder what you did wrong or how you could have misunderstood. And how in the hell, for that brief moment you could think that you were that happy? And sometimes you can even convince yourself that he'll see the light and show up at your door. And after all that however long "all that" may be you'll go somewhere new. And you'll meet people who make you feel worthwhile again. And little pieces of your soul will finally come back. And all that fuzzy stuff those years of your life that you wasted that will eventually begin to fade.

29 Mart 2009 Pazar

be

bazen kelimeler tenha, mana derin...
robert weeks demiş ki;

Be

i want you to see
what i see
i want you to feel
so free

i want you to

be
just be
be
just be

i want you to stand so tall
i want you to get up when you fall
i know you’ll always find a way
as long as you

remember to

be
just be
be
just be

relax let these things go
that was the past
and soon you’ll see
simple memories

please

be
just be
be
just be

you may find yourself alone
you might be far from home
you may not have all the answers
when time is running short

but
you’ll always have yourself

if you’ll be

be
just be
be
just be

münacat

hayır, yalan korkmadığım. korktuğumu kendime belli edemeyecek kadar korkağım. belli edersem, korktuğum başıma gelir sanıyorum. bütün büyükanne söylemleri, batıl inançlar ve çok da batıl olmayan inançlar; nefesimizi tuttuk, bekliyoruz. bir buz tanesi olup parmak uçlarımda erime, n'olursun.

27 Mart 2009 Cuma

'be safe'


anlamlar yer değiştiriyor... iki yandan aktıkça yaşam, sözlük anlamlarını bildiğim kelimelere mânâ katmanları ekleniyor. insanın kendisinden saklanmak istediğinde gidilebileceği bir kişiye sahip olması, emniyet fikrinin bir yeni katmanı... zihin, kendisini en müzmin çıkmazlara sürükleyecek zaaflarını yine en iyi kendisi bildiği için, 'ben benden emin değilim ama senden eminin, emniyetim ol.' deyip kendinizi bırakabildiğiniz kişi, şimdi daha da net bir keskinlikle anlıyorum ki, incili kadifeler göğsüne gömülü sandık sandık hazineyle karşılıklı kefelere koyulsa, hazineye boyun eğesi değil...

my constant; mamisaphe...

lüzumsuz

düşündüm, taşındım; hayatın çok eğlenceli bir yer olduğuna karar verdim.
evet, düşüne taşına, hayatın ancak bir yer olduğuna karar verdim.
alkış...

22 Mart 2009 Pazar

-di.a.log

- "insan buna bir tek şekilde dayanabilir; kendisini, istenmediğine ikna ederse... aşkın gecelerce süren yalvarmalarına bir cevabı vardır artık 'elimden gelse...' susar aşk sonra... susar insan. ayrı köşelerde..."

- "ama hala vardır aşk, öyle mi?"

- "var'ın hükmünün de yok'la birlikte kalktığı bir sessizliğe aşk adını vermez kimse, zaman da akıp gider..."

20 Mart 2009 Cuma

çivilere ve matrix etkisine dair

çivi çiviyi sökmüyor efenim... benim mekanizmada bir öncekini sökmesi için devreye sokulan çivi, ahşabı dağıtan bir etki gösteriyor ve nurtopu gibi yeni bir çivimiz daha oluyor. sonra... bir de onu sökmek için hayatımıza daha yeni bir çivi sokmaya hazırlanıyoruz ki, bu daha yeni çivinin de başımıza feriştah kesilmemesini umuyoruz ama göz göre göre umduklarımızdan pek azı umduğumuz gibi çıkıyor. ayrıca 'biz' tam olarak 'kim'iz, onu bilmiyorum zira ben; bizzat, şahsen, kendim adına konuşuyorum aslında.

not 1. çivilerden hiçbiri erkek değildir.
not 2. çivilerden hiçbiri kadın da değildir.
not 3. there is no spoon.

derkenâr; canım yazık.

18 Mart 2009 Çarşamba

küçük kara balık, büyük kara delik

işte içimin tam da burası açıldığında, ben gözlerimi kapatıyorum. sesini duyduğum ve çekimini hissettiğim anaforda kaybolmamanın tek yoluymuş gibi, gözlerimi kapatıyorum. anafordan kaçmamı gerektiren ne, bilmiyorum. cebimde hayatın kullanım kılavuzu yok. uyulması gereken kurallar listesi yok ama varmış gibi bir sadakat içimde, gözlerimi kapatıyorum. yazılı olmayan, okumadığım, neden uymam ve neden uymamam gerektiğini bilmediğim ama var olduklarını bir şekilde bildiğim ve beni çıkmaza soktuklarında kendime karşı dahi savunamadığım kurallar... ince çizgiler üzerinde bedenimi eğip bükerek takip etmeye çalıştığım kurallar.

belki de öylesi korkutucu değildir kara delikler ve sadece aslında gidilmek istenen yere açılan ve gerçekten istendiğinden emin olmak istediği için yolcuyu sınayan ürkütücülükteki kapılardandır... belki de açsam gözlerimi ve bıraksam kendimi bu anafora, kaybolmak sandığımın adı olur bulmak. belki sadece daha az korkmaya ihtiyacım var. belki cesarete, küçük kara balık kadar... onu öldü sandılar ama belki de bir kara delikten geçti ve istediğine giden kapıya yürüyebilecek kadar yürekli olduğu için, yüreğinin sefasını sürmede şimdi...

göğüs kafesim birbirine kenetlenmiş iki demir pençe gibi daralttı, sardı çevrelediği alanı... neden korkuyorum? korkmamaya çalışmak, bu korkuyu atmak değil istediğim, anlama ihtiyacım var... sadece... neden?

derkenâr; korku.

8 Mart 2009 Pazar

ohhhhh schweppes

şu an ficudumda duygu durumumdan sorumlu ne kadar sistem, hormon vs. varsa, tam olarak oldukları gibi dondurmak, muhafaza etmek istiyorum onları. nasıl keyifli bir gün geçirdim ve nasıl taşıyorum günün izini hala üzerimde... ohhhhh!

4 Mart 2009 Çarşamba

zaman

acaba zaman, işlevsel olmayan/sivri özelliklerimizi törpülemeyi mi öğretiyor bize, yoksa onları ustaca saklamayı mı?

3 Mart 2009 Salı

I want to do with you what spring does with the cherry trees

...
My words rained over you, stroking you.
A long time I have loved the sunned mother-of-pearl of your body.
I go so far as to think that you own the universe.
I will bring you happy flowers from the mountains, bluebells,
dark hazels, and rustic baskets of kisses.
I want to do with you what spring does with cherry trees*

-Pablo Neruda

* Quiero hacer contigo lo que la primavera hace con los cerezos.

stockholm sendromu

insanın kendisine duyduğu öfkeyi bir başkasına yöneltmesi kadar konforlu bir şey yok mirim. baş etmen gereken bir şey kalmıyor orada. fark etmen, halletmen, alt etmen gereken bir şey de kalmıyor. sana ne ki, zaten başkasının sorunu... peh!

biraz önce odamdaki pencerelerin etrafına silikon çekildi, dışarıdan içeri soğuk girmesin diye. zihnimin dış çeperine de aynı işlemin yapılmasını istiyorum, zira aklım soğuk alıyor. vermesi kuvvetle muhtemel bir tepkiyi verdiğinde karşımdaki, bu kadar afallama da neyin nesi? niye üstüme alındım ki? idimi de süperegomla ne güzel izole etmiştim, hangi aralıktan sızdı bunca yetersizlik duygusu egoma? şimdi sevgili duygularıyla baş etmede beceriksiz, kendini onların ellerine gözü kapalı teslim etmede ihtisaslı egomla -ki eğer alınmazsa, kendisinden zayıf diye bahsedeceğim, bir yerde de iltifat bu tabi, şâd ol ben- dudakları dişlerinin üzerinde geriye kıvrılmış, göğsünden boğazına doğru bir hırıltı büyütmekte olan, ileri doğru atılmak üzere hazır bir aslan gibi yere paralel duruşunu gözlerindeki ateş toplarıyla ürkütücü bir bekleyişe çeviren öfkem, içimin meydanlarında karşı karşıya kaldı. sevgili egom, karşısındaki bu parçalamaya hazır vamp öfkenin varlığından nasıl bu kadar zevk aldığını kendine soradursun, boynunu keskin dişlerin tehdidini savuran dudaklara uzatmaktan da başka çare bilmiyor. zannediyor ki, damarlarının vücudunun her noktasına uzanan seyahatiyle zehir kana karıştığında ve bedeni bir yangın yeri olup tutuştuğunda, bitecek. zannediyor ki, artık kolay olacak var olmak, kendini bir bıraksa.

stockholm sendromuna ne müsait bir bünyem var benim böyle. fazlaca insanım mı desem yoksa? durum şudur ki, bir saldırgan varsa karşımda, ben onun tarafındayım. beni karşısına alan kimi tanırsam, ayırdetmem, işbilirliği yaparım.

daha yazarken uyuz olduğum bu sevgili yazının ömrü uzun olmayacak gibi. hani psikodrama, hani duyguları ifadenin kabulü getireceği teorisi. ya da bekleyelim biraz, olmadı "delete"... ve "ee, hoşgeldin mart, nasılsın?"