
kendine notlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kendine notlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Ağustos 2011 Cuma
21 Kasım 2010 Pazar
those were the days my friend
. Ben küçükken annem, elini yere sürüp sonra ağzına götürürsen hasta olup ölürsün, derdi. Birgün, gerçekleri öğrenmenin vakti geldiği kanaatiyle elimi önce yere, sonra dilime sürdüm. 5 saniye bekledikten sonra, bir bilim harikası olan deney düzeneğimin önüme serdiği gerçekler ışığında, annelerin de yalan söyleyebildiğini öğrendim. Ölmeyişim başka nasıl açıklanabilirdi? Gerçekleri bilmek adına canımı riske atışım işte o günlere dayanır.
. Ben küçükken, 'birkaç'ın tam olarak 'kaç' olduğunu merak etmeye başladım. 10 dakika' dendiğinde ne kadar bekleyeceğimi biliyordum ama 'birkaç dakika' tahammül edilmez bilinmezliklere gark olmama sebep oluyordu. 'Büyükler'e sordum. Aldığım, azdan çok, çoktan az, tam olarak net bir rakam değil gibi muğlak cevaplar beni tatmin etmekten çok uzaktı. Sonra, birkaçın 6 olduğuna karar verdim. b . i . r . k . a . ç . 1 . 2 . 3 . 4 . 5 . 6 . Derin bir nefes aldım. 6 dakika beklemek, birkaç dakika beklemekten çok daha kolaydı. Belirsizliğe tahammülsüzlüğüm de işte bu günlere dayanır.
. Ben küçükken evlerin yapımına çatıdan başlandığını düşünürdüm. Çünkü resim yaparken ben hep çatıdan başlıyordum. Bunu babama söylediğimde gülümseyerek 'Peki evin devamı yapılırken çatıyı havada kuşlar mı tutuyor?" demişti. Sorusunu alaycı bulmuş ve gülümseyişinin alaycılığının kalbimde açtığı yaraya deva olmayışını hüzün dolu bir kalple izlemiştim. Bazı bilmemeleri kendime saklamam gerektiğini de o zaman öğrendim.
. Ben küçükken, gökyüzüne yeterince uzun bakarsam, bulutların onlara dokunabileceğim kadar yaklaştığına inanırdım. Uzun uzun bakar, bana yaklaşmalarını izler, ellerimi uzatmazdım. Bazı hayallerin senin kalması için ellerini uzatmaman gerektiğini her nasılsa biliyordum. Unutuşum sonraya rastlar.
. Ben küçükken, ağaçların insanlar gibi yavaş yavaş büyüdüklerini öğrendiğimde hayal kırıklığına uğramıştım. Bu, bahçemize yeni dikilen fidanlar dallarına salıncak kurulacak kadar büyüdüklerinde, benim salıncaklarda sallanacak kadar küçük olmayacağım anlamına geliyordu. Öyle de oldu.
. Ben küçükken, herkesin önce bebek, sonra çocuk, sonra da büyük olduğunu biliyordum. Ama abimin de eskiden bebek olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Çünkü o hep çok büyüktü.
. Ben küçükken, düştüğümde "önüne bakmıyorsun" diyenlere kızar, çocuklar düşe kalka büyür derdim. Büyümeye and içmişliğimden hep bu düşmelerim.
. Ben küçükken, çok güzel olacağına inandığım hayatımın ne kadar güzel olacağını düşünüken bile heyecanlanırdım. O zamanlar küçüktüm.
. Ben küçükken, 'birkaç'ın tam olarak 'kaç' olduğunu merak etmeye başladım. 10 dakika' dendiğinde ne kadar bekleyeceğimi biliyordum ama 'birkaç dakika' tahammül edilmez bilinmezliklere gark olmama sebep oluyordu. 'Büyükler'e sordum. Aldığım, azdan çok, çoktan az, tam olarak net bir rakam değil gibi muğlak cevaplar beni tatmin etmekten çok uzaktı. Sonra, birkaçın 6 olduğuna karar verdim. b . i . r . k . a . ç . 1 . 2 . 3 . 4 . 5 . 6 . Derin bir nefes aldım. 6 dakika beklemek, birkaç dakika beklemekten çok daha kolaydı. Belirsizliğe tahammülsüzlüğüm de işte bu günlere dayanır.
. Ben küçükken evlerin yapımına çatıdan başlandığını düşünürdüm. Çünkü resim yaparken ben hep çatıdan başlıyordum. Bunu babama söylediğimde gülümseyerek 'Peki evin devamı yapılırken çatıyı havada kuşlar mı tutuyor?" demişti. Sorusunu alaycı bulmuş ve gülümseyişinin alaycılığının kalbimde açtığı yaraya deva olmayışını hüzün dolu bir kalple izlemiştim. Bazı bilmemeleri kendime saklamam gerektiğini de o zaman öğrendim.
. Ben küçükken, gökyüzüne yeterince uzun bakarsam, bulutların onlara dokunabileceğim kadar yaklaştığına inanırdım. Uzun uzun bakar, bana yaklaşmalarını izler, ellerimi uzatmazdım. Bazı hayallerin senin kalması için ellerini uzatmaman gerektiğini her nasılsa biliyordum. Unutuşum sonraya rastlar.
. Ben küçükken, ağaçların insanlar gibi yavaş yavaş büyüdüklerini öğrendiğimde hayal kırıklığına uğramıştım. Bu, bahçemize yeni dikilen fidanlar dallarına salıncak kurulacak kadar büyüdüklerinde, benim salıncaklarda sallanacak kadar küçük olmayacağım anlamına geliyordu. Öyle de oldu.
. Ben küçükken, herkesin önce bebek, sonra çocuk, sonra da büyük olduğunu biliyordum. Ama abimin de eskiden bebek olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Çünkü o hep çok büyüktü.
. Ben küçükken, düştüğümde "önüne bakmıyorsun" diyenlere kızar, çocuklar düşe kalka büyür derdim. Büyümeye and içmişliğimden hep bu düşmelerim.
. Ben küçükken, çok güzel olacağına inandığım hayatımın ne kadar güzel olacağını düşünüken bile heyecanlanırdım. O zamanlar küçüktüm.

12 Ekim 2010 Salı
Eternal Scars

Julie dedi ki; ebedi izler taşırız hayatta. Geçmeyecek izler. Ancak bu, onlardan ibaret olduğumuz ve bizi sınırladıkları anlamına gelmez. Tıpkı; onların ötesine geçebilmemizin, yok oldukları anlamına gelmediği gibi...
Julie dedi ki; hayatımıza aldığımız her insanla, bir problemler setine sahip oluruz. Başka insan, başka set problemler anlamına gelir sadece. Mesele insanı problemler üzerinden tanımlamamak ve ilişkiye yatırım yapmaktan vazgeçmemektir.
Julie dedi ki; ruh eşi mefhumu is bullshit.
Eternal Scars'ı aldım ve "olamadığımız o insanın yasını tutma"nın yanına koydum. Savaşmak kalmadı.
Pür dedi ki; sen romantiksin galiba.
Mum dedi ki; yapılacak ne güzel şeyler var hayatta.
Pür dedi ki; taşıdığımız korkuları ve o korkuların karşısında kendimizi nereye koyduğumuzu merak ediyorum.
Mum dedi ki; kendini tanırsın, kaçma. Neyi istemediğini öğrenmek de pek ala kokainik bir deneyim olabilir.
Ben gülümsedim.
raflar;
arşiv,
döküm,
hayat üzerine düşünmece,
kendine notlar
25 Ekim 2009 Pazar
bisnev dedi hayat bana

hayat akıp giderken dört bir yandan, akıp gidenlere göz atasım var;
- hakkımda tutanak tutuldu ilk kez, hakkımı aradığım için. garip bir şekilde iyi hissettim kendimi.
- jake gyllenhaal'ı keşfetme sürecindeyim, pek bir eğleniyorum. her şey ismini telafuz edebilmemle başladı.
- 1 yıl 1 aylık bebek çözdü beni, yüzüme baksa gülüyor.
- tere mere beach mein seyrettim, srk güldü, konuştu, dans etti; hatırladım, hayran oldum, damarlarımdaki hint kanı canlandı.
- yaptığı çikolatalı pasta bende şüphe uyandırdı, annem gizli görevdeki bir fransız aşçı olabilir.
- brokeback mountain içimi acıttı. bu cetad bozdu beni, benden söylemesi.
- fönlü sarı saçlarına rağmen brad pitt mi, fönlü sarı saçları yüzü suyu hürmetine brad pitt mi; işte meet joe black'in bütün meselesi.
- moulin rouge, kıymetli bir yeşilçam uyarlaması olarak geçmeli tarihe.
- 'soyadı kanun olan adamdan korkarım ben' demiş ünlü türk düşünürü. korkmak derken? ben ona korkmak demezdim doğrusu. *ehhi*
- insanların evlerini döşeme biçimleri ile hayata karşı tutumları arasında bir paralellik olduğu fikri üzerinde düşünüyorum bir süredir. odam beni korkutuyor.
- my blueberry nights'taki kafe gerçek olsun ve o lacivert boyalı direklerin arasında oturup blueberry pie yiyeyim istiyorum. kahvem iki şekerli olsun lütfen.
- aish aradı, havalandı içimin odaları. kalbimden ona dua söyledim.
- bir arkadaşım beni kırdı. bir arkadaşımı ben kırdım. kırgınlığımızı mı, arkadaşlığımızı mı seçeceğiz bakalım.
- geçen hafta üç ayrı kişi bana 'ama dinlemiyorsun ki' dedi. eğer haklıysalar, bir yerlerde bir şeyler fena halde ters gidiyor demektir.
- geçen hafta sıklıkla while my guitar gently weeps mırıldanırken buldum kendimi. gittikçe daha çok sevdim melodisini.
- patlıcan soslu makarnası bilakis'in haftanın nirvanası oldu.
- heath ledger'ın ölümüyle yarım kalan filminin johnny depp, colin farrell ve jude law tarafından tamamlandığını ve üçlünün elde ettikleri kazancı ledger'ın kızına bıraktıklarını okuyunca Rahim Han'ın sözleri yankılandı zihnimde, yeniden iyi biri olmak mümkün. *
* Uçurtma Avcısı, Khaled Hosseini
20 Nisan 2009 Pazartesi
but still... you're giving me up
bugün, okuyorken yine bir şeyleri... bir giden, geri geldi... anlattı, anlattı, anlattı nedenlerini... kalan; dinledi, dinledi, dinledi... sonra fısıldadı ki, you left me.
gerekçelerin hükmünü yitirdiği bir yer var insan kalbinde. Freud olsan 'arkaik' dersin, için yanmaz; tam orası işte. cümle izahatın, eşiğinde kum tanesine dönüşeceği o kapının ardı yönetiyor insanı sanki. fazlaca gürültü yaptığından ve memnun olmadığında memnun olmadığını, açık açık bağırdığından olsa gerek, demir duvarlarla çevrili. belki de kalp atışı diye bildiğimiz demir duvarlara inen yumrukların sesi.
kendilerinden büyük bir şey için yaşayan insanların hayatlarını düşündüm bugün. kendini feda etmek kolay bir noktada, kendinden öte tuttuklarını da feda edebilen insanları düşündüm. aidiyet duygusunu... sorumluluk algısını... dünyayı o pencereden görmeye çalıştıysam da bir an, kendim takıldım gözlerime, ötesine geçemedim. ben kelimesinin sözlüklerde kapladığı alan ne zaman bu kadar genişlemeye başladı acaba? adet olduğu üzere sanayi devrimine bağlasam, yazıma yeteri kadar akademik doku katmış sayılır mıyım? 100 yıl sonra da insanlar bugünden bahsederken, muhtemelen insanlığın başından beri her devirde, farklı biçimlerde var olan mefhumları bugünde gerçekleşen bir sürece bağlı açıklarken "hep teknolocik devrimden sonra böyle oldu cicim" mi diyecekler? aslında her devirde var yitirildi sanılanlar da, bir kendini kandırma biçimi mi 'ah o eski zamanlar'? aslında herkes kabı kadar mı alıyor hayattan? herkesin elbisesi, kumaşının mahiyetine göre mi? zaman da bir yakınma biçimi olarak alınırsa elimizden, nereye atacağız tembelliğe meyyal ruhlarımızın sorumluluğunu?
gerekçelerin hükmünü yitirdiği bir yer var insan kalbinde. Freud olsan 'arkaik' dersin, için yanmaz; tam orası işte. cümle izahatın, eşiğinde kum tanesine dönüşeceği o kapının ardı yönetiyor insanı sanki. fazlaca gürültü yaptığından ve memnun olmadığında memnun olmadığını, açık açık bağırdığından olsa gerek, demir duvarlarla çevrili. belki de kalp atışı diye bildiğimiz demir duvarlara inen yumrukların sesi.
kendilerinden büyük bir şey için yaşayan insanların hayatlarını düşündüm bugün. kendini feda etmek kolay bir noktada, kendinden öte tuttuklarını da feda edebilen insanları düşündüm. aidiyet duygusunu... sorumluluk algısını... dünyayı o pencereden görmeye çalıştıysam da bir an, kendim takıldım gözlerime, ötesine geçemedim. ben kelimesinin sözlüklerde kapladığı alan ne zaman bu kadar genişlemeye başladı acaba? adet olduğu üzere sanayi devrimine bağlasam, yazıma yeteri kadar akademik doku katmış sayılır mıyım? 100 yıl sonra da insanlar bugünden bahsederken, muhtemelen insanlığın başından beri her devirde, farklı biçimlerde var olan mefhumları bugünde gerçekleşen bir sürece bağlı açıklarken "hep teknolocik devrimden sonra böyle oldu cicim" mi diyecekler? aslında her devirde var yitirildi sanılanlar da, bir kendini kandırma biçimi mi 'ah o eski zamanlar'? aslında herkes kabı kadar mı alıyor hayattan? herkesin elbisesi, kumaşının mahiyetine göre mi? zaman da bir yakınma biçimi olarak alınırsa elimizden, nereye atacağız tembelliğe meyyal ruhlarımızın sorumluluğunu?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)