19 Ekim 2013 Cumartesi

aysel git başımdan

bazı gecelerin çağrışım bağları kendilerinden müstakil. çok katlı. deniz manzaralı. püfür, ferah, savruk. mesela bağımlılık ne enteresan mevzu. insan meyletmeye görsün. arzu nesnesi bol. e tabi sonra gelsin yoksunluk belirtileri -çünkü her şeyin bir sonu var- gitsin sefa sanrıları -çünkü sefa da bi her şey bi yerde-. sonracıma, mertlik ne menem bi nane. varlığı ve yokluğu kafa üstünde taşınan tabelalarla ilan edilebilseymiş süper olurmuş. tabelasızlık zaman kaybı. başka kayıplar da veriyor insan yolda da her kaybın defniyle de uğraşılmıyor. ömür matemle geçecek yoksa. matemler uzamasın diye yokluğun üstünden atlar olduk. hayat bir seksek müsakabasına döndü sonra. bazıları bunu yanlış anladı. geçelim. bi de şu üşenmek var, başa bela. tozlu bardaklardan su içirtir. anneannem, üşenenin çocuğu olmaz dermiş. vizdım sahibi kadınmış, vesselam. teknik ayrıntı sadeliğinde cümle, küt...al sana derin mana zannı. hani hiç biyoloji bilmesek, anneannem hal-i pür melalimi tee o vakitlerden arz eylemiş diyeceğiz. neyse ki mürekkep yalamışlığımız var. yani sebep kimyasal zehirlenmeye de dayanıyor olabilir. bu sebep de alem olgu. her kapıya dayanmasa olmaz. olasılık kadar canımızı yakan başka ne var? diyeceğim o ki; durum feci halde aysel git başımdan.





13 Eylül 2013 Cuma

yerim dar

Uçup gitsem zamanın üzerinden
           Ve gitsem. Ve gitsem. Ve gitsem
                                       Sadece benimle gelsin istediklerimi götürsem
                     
                                                                                                     Ve biraz daha gitsem



8 Eylül 2013 Pazar

Child, child, do you not see?

Çok, çok uzun yıllar önce, bir dilek tutmuştum. Tutmakla gerçek olmazdı dilekler, biliyordum ama pek de güzeldi, bırakamıyordum. Ne kadar bırakmam gerekse, o kadar daha sıkı tutuyor, ağır ateşte çaylar demliyor, inkarı köpürtüyor da köpürtüyordum. Dönüşüyor, bedelleri bilmediğim bir geleceğe erteliyor, gelecek gelmeye başladıkça sıkılan canıma kalkıp bi çay koyuyordum. Rağmen en gözde kelimesiydi sözlüklerimin, bunu da iyi bir şey sanıyordum. Kendime, acıya, geçmişe...onca sebebe rağmen...illâ illâ. Gerçeğe başka başka isimler takmaya ve herkeslerin bildiği isimleri unutmaya da o yıllarda başlamıştım. Bunu geri almanın ne kadar zor olabileceğindense zerre kadar haberim yoktu. Sonra bir gün... Öyle rastgele bir gün değil, cana tak tak tak ettikten nice vakitler sonra bir gün, bıraktım tuttuğum o dileği...ömrümün üçte biri kadar önce, bugün. Bıraktım ve hiç ummadığım bir şey oldu. Devam etti hayat. Böyle...sırtüstü atmışsın gibi kendini denize.






26 Temmuz 2013 Cuma

Ahad!

Üç günlük yola gitti bugün kalbim. Bir kaya bıraktı kendinden oyulmuş boşluğun üstüne, gitti. En iddialı olduğu yerden vurur kulunu Allah, Kenan hoca dediydi.


4 Haziran 2013 Salı

retraumatizing a generation

18 yaşındaydım birileri benim kim olduğuma karar verdiğinde. Ben neye inandığımı anlatmaya çalışırken, militan olduğum konusundaki karar çoktan çıkmıştı. Başkasını hiçe sayarak var kalmaya çalışmanın zavallılığını fark edişim o döneme rastlar ve o günden beri nefret ederim ben senin ciğerini bilirim tavrından. Düşündüklerime, hissettiklerime ve inandıklarıma tepeden bakılması; daha önce tanışmadığım bir öfke doğurmuştu içimde. Ne kendi öfkemle, ne de kutsalımı hor gördükçe medenileştiğine inanan zihniyetle bir arada yaşamak kolay değildi. Düştüm, kalktım, az buçuk piştim. Kendimi, başkalarının hakkımda düşündükleri ile tanımlamamayı öğrendim. Kolaylaştı yan yana durmak. Farklılıkların ötesini keşfetmek hem heyecan verdi, hem de hırpalanmışlığıma iyi geldi. Bütün bunlar olurken, bir şeyi hiç unutturmadım kendime; kendim için istediğimi, başkası için de istemeyebilmeyi.

Ötekileştirmek temiz iş. "Bunların hepsi böyle" der, çıkarsın işin içinden. Anlamaya, dinlemeye, çabaya gerek kalmaz. Ama fark da kalmaz işte. Kendinde gördüğün hakkı başkasına tanımadığında samimiyetini sorgularlar adamın. Zamanında sistem beni ve benim gibileri tükürüp attığında en çok koyan sesimi duyuramamak ve yok sayılmak olmuştu. Şimdi köprü kapatabilecek bir insan seli yola çıkabiliyorsa, sözlerine kulak vermek gerek.

Etrafa zarar verenleri görüp bunu sokaktaki bütün insanlara mal etmek haksızlık. Kini, kutuplaşmayı ve nefreti beslemekten istisnasız hepimiz zarar görürüz. İlkokul arkadaşım durduk yere önce hakaret edip sonra bloke ediyorsa beni facebook'ta, sokağın potansiyelini çok iyi okumak, gerginliği daha fazla tırmandırmadan kontrol altına alabilmek lazım. Biber gazıyla, copla, şiddetle değil. Var sayarak. Konuşma hakkı vererek. Ötekini de duyarak.

Ben, sadece kendine müslüman olmayı reddediyorum, deyimin tüm yan anlamlarını da içine katarak.




27 Mayıs 2013 Pazartesi

alkış!

Yalan güzel değil ya, gerçek de değil bazen. Bazen gerçeğimsiz bir an düşleyebilirim. Alaycı bir nefes verişin elinde çelimsizleşirim sonra. Gerçeğin ağırlığını üstüme örter, çekilir hayat. Aferin.


lying is underrated

Belki de insanların bahane duymaya ihtiyaçları vardır. Yalanın lafı bile olmaz bazen belki de. Gerçekten kim ne fayda görmüş ki? Belki de "Neden aramadın? Neden gelmedin? Neden yoktun?" kesiklerine "Yapamadım. Edemedim. Hep benim dışımda sebeplerle engellendim. Yoksa ben istemez miydim?" basın istiyordur insanlar. Belki de "Haklısın. Alıyorum sorumluluğunu yokluğumun." sadece derinleştiriyordur kesikleri. Belki de bir sebebi vardır bu kadar yaygın olmasının bahanelerin. Belki de gerçekten koruyorlardır bizi...gerçek acıdan. Aldığı darbeyi hafifleten hava yastığının arkasından "Aman canım içleri hep hava civa dolu bunların" diye atıp tutmaz insan sonuçta. Var demek ki elini sallasan elli bahaneye çarpmanın bir nedeni. Da...ben bilemedim işte. Haklısın, dedim. Haklılık arttırdı üzerimdeki hakkını sanki. Ağlamaya başladı. Arttı haksızlığım, haklılığını onayladıktan sonra. Kendini savunamayan, savunmayan, savunmamaya inanan bütün insanlar bir kuyruk oluşturdu zihnimde. Ben de içlerinde bir yerde. Boynumuz eğik. Haksızdık. Sorumluluğu almıştık. Tek sıra. Suskunluğumuzdan besleniyordu sanki bizim dışımızda herkesin suçlayan sesleri. Gittikçe küçülüyordu omuzlarımız. İçimizden biri "Yaptım ama bir sor neden yaptım?" dedi. "Ama çünkü...ah hem sen nasıl getirebilirsin bunu aklına, beni hiç mi tanımadın?" Zavallılığına rağmen, hepimize iyi geldi bu yalan. Daha iyisini de yapabiliriz, dedik. Sesimiz yükseldi yalanlarımızla birlikte. Sonunda, biz bile inandık kendimize. Haklıyla haksız yer değiştirdi gözlerimizin önünde. "Canıııım. Sen yapmazdın, ben biliyordum."lar sardı bizi sonra. Kanayan bir yaraya tampon basmışsın gibi kuvvet kaybetti acı. Yalan iyi geldi. Demek ki, var bahanelerin bir nedeni.

Lakin, zihnimdeki senaryodan farklıydı bugün yaşadıklarım. Ben "Haklısın"da kaldım. Haklılık hiçbirimize iyi gelmedi. Gönüllerimiz kırık kalktık o sofradan. Bir buruk tat ki, tekrarına tövbe ettiren.


21 Nisan 2013 Pazar

Shhh...I've got you. I've got you...

Önce güvenmeyi öğreteceğim sana, sonra bunun bir hata olduğunu. Pişmanlık nasıl damlar kendi parmak uçlarından insan hayatına, göreceksin. Sonra bir daha geleceksin dünyaya, bir daha mahvedeceksin. Ama bu farklılar saracak aklını. Yine yenileceksin. İzafiyet teorisinden elbiseler içinde yanlışlarını aklamaya çalışananlar... Toplanın, bak ne diyeceğim... Mutlak yanlış diye bir şey var. Birbirine bakan aynalar içinde, tahayyül edilebilecek her paralel evrende ve yedi hayatın yedisinde de yanlışı seçmek diye bir şey var.


19 Nisan 2013 Cuma

Hüznün ho ho ho'su

Pardon bayım, bakar mısınız? Beyaz sakallı, tıknaz bir adam gördünüz mü buralarda? Şu boylarda, kırmızı paltolu... Kızağı olmalı hediyelerle dolu. Yıl boyu uslu durur çocuklar. Noel gecesi uyurken onlar, biz düşleri bırakırız bacalardan. Bir düşün karşılığı ancak kendinden olabilir. Başka bir düş. Düş kurmak üzerine kurulur bizim hayatlarımız. Bir de düşsüz kalmış hayatlar var, onlar daha korkutucu bayım. Karanlık bir gecede, hayali geyiklerin çektiği kızaklardan daha korkutucu. Dolunayda parlayan kurtadam dişinden ve kırmızı başlıklı kızın naifliğinden de. Kibritçi kızın son kibritinin sönmeye yüz tutmuş alevinden. Yan yatmış cam bir ayakkabıdan basamaklara dökülen hüzünden. Beni bırakma'dan. Kimi hüzünler bayım, ahşap evlerin aralık tahtalarında saklanırlar. Bu yüzden her şehrin farklı bir kokusu var.


18 Nisan 2013 Perşembe

Ayaklarım küçüktü ve yol uzun.

Büyüyünce denizci olacaktım. Abim gibi. Annemin diktiği iki gömlekle bir pantalonun yanına koydum denizcilik hayallerimi. Babamın yaptığı tahta sandığı kapatıp yola çıktık. Patika boyu yürürken ara sıra dönüp gittikçe küçülen evimize bakıyordum. Babam odun kesmiyordu avlunun az ilerisinde ve annem su çekmiyordu kuyudan. Isınma telaşından ve susuzluktan ötelerdeydiler şimdi. Kolunu omzuma attı abim, Hadi, dedi. İnandım. Daha bakamadım.


17 Nisan 2013 Çarşamba

push 'n pull 'n clash


Çikolatalı dondurma severim ben. Bazen vanilyalı ister canım. Alırım. Aklım çikolatalıda kalır. Güzel gülüyor diye de sevebilirsin bir adamı. Muziptir haytanın gözleri. Keyifli bir adamdır. E kolay değil karşı koymak serserinin öylesine. Vanilyalı dondurma da pek ala bir yaşam biçimi olabilir. De işte... benim aklım, bana meydan okuyanda kalır. Aynıyla cevap verdiğinde bakışlarında tutuşan o ateşi özlerim. Misliyle gelişini. Karşılık bekleyişini. Aldığında, yüzüne usulca yayılan o gülümseyişi. Ötelere ve daha ötesine sürükleyişini. Push and pull and clash. 


16 Nisan 2013 Salı

In the middle of...oh

Yan yana durmak bizi bütünlemiyor ya da daha güçlü kılmıyordu. Kendi başımıza da yeterince güçlü, yeterince bütündük. Kolunu bedenine birleştiren kıvrım tam da omuzlarımı sarsın diye yaratılmış filan değildi. Pek çok omuz geçmişti o kıvrımdan ve beni saran niceleri olmuştu. Bana dokunduğunda, dünyanın yörüngesi sarsılmıyor, melekler bulutlar üzerinde toplanıp şarkı söylemiyordu. Kaldırımda rastalanabilecek herhangi bir sonbahar yaprağı kadar yalındık. Üzerimize basmak isteyenler de oluyordu, olmadık anlamlar yüklemeye kalkanlar da. Üstünde durmuyorduk. Olduğumuz kadar olmak yetiyordu bize. Başkalığımızdan gelmiyordu doygunluğumuz. Kendiliğimiz epeydi. Hayatın farklı yerlerinde ikimiz de öğrenmiştik; mümkün dediğin, kendi halinde akan bir nehirdi. Yolunu buluyordu. Yollar birbirimize çıktığında ise ne telaşlandık, ne de kutsanmış hissettik. El ele tutuşup devam ettik yürümeye. Hepi topu bu kadardı iki insanın birbirinden alacağı.


 John Lennon & Yoko Ono in Egypt. The 70s.                                     


25 Mart 2013 Pazartesi

bir şehri bir adamın hatrına sever gibi




şimdi burada saat altı
ve neredeyse bahar
azıcık aydınlık pencere
azıcık karanlık oda
hani aşk olsa kapıdaki
hikaye tamam.

ya da hani, kazara
bir isim 
bir tebessüme eşitse
serin ikindi üzeri
taş sokağa karşı içilen 
kahveye emsal
tütüyorsa burnunda
ne yakıyor
amma ne yakıyor
ne de yakmıyorsa
vakittir.
dem kıvam.
hal hal üzere
gerçeği cebinden çıkaran hal
her hal üzere.
tutula nefesler
ve sonra sükut.
göğsünde
gümbürtü.
kulağımda
terennüm.
sükut.




21 Mart 2013 Perşembe

I'm sorry, I just said goodbye to someone

biraz daha sessiz lütfen. seni benden saklıyoruz. ürkerim fark edersem. yokmuş gibi olmalısın ki ben var kalabileyim. küçük yalanlar biriktirdim, bu köşedeler bak. yanına oturup inanır gibi yapabiliriz istersen. vakit geçer. şu köşedekiler hiç yokmuş gibi davrandıklarımız. onları biliyorsun zaten. etraflarından dolaşalım, gel. gördün değil mi, ne kıvrak adımlarımız? alışığız görmezden gelmelere. şurası arka bahçe. oraya hiç ilişme. her mevsim başka bir şeyi hiç de öyle değilmiş gibi yaşarım ben. öyle olduğunu kabul etmekten başka yol kalmadığında da, getirir buraya bırakırım. mümkünse hatırlamam bir daha. bir punduna getirip sızarlarsa kapının altından, geçsin diye beklerim. geçer de. geçmeyen ne var? neonlarla yazınca tartışılmaz oluyor gibi kelimeler. inanmak dışında elimizden ne gelirse yapıyoruz inanmak için. sonra biri geliyor, orta yerinde duruyor hayatlarımızın. bin yıllık gelenek var geride, gelene git denmez. etrafından dolana dolana yaşıyoruz biz de. elde kalana da hayat diyoruz.


17 Mart 2013 Pazar

on üç otuz iki

Önce uyumam gerek konuşabilmek için. Sert bir cisimle enseye indirilen darbe de işe yarar kimi filmleri referans alırsak. Siyah bir perde iner karanlıktan dokunmuş ve duvarlar kalkar. Duvar engeli temsil eder yeryüzü teorilerinde. Yeraltına inildiğinde, emniyettir duvar. Emniyet bazen kısıtlar. Duvarların arkasına dair, kendi duvarlarının kendinin olan arkasına dair fikir yürütemez olursun sonra. Her olasılık eşit kuvvette olur. Bir fizik problemine döner hayat formüllerini bilmediğin. Duvarlar kalsın istersin o zaman da. Tanımlanabilir olanı tanımlanamaz olana üstün tutan zihinlerde duvar, x ve z bilinmezliğine evladır. Evla olan sıkıcı da olabilir. Bilmemeyi özler kimi zaman da hal. Haldir işte olan biten. Hallerden hallere geçiştir bu sancı dediğin. Sancımadan büyünmezmiş. Büyümeyi de kim iyi bir şey sandıysa. Anlam değişirmiş. Kıtalar aşmak gerekmez üstelik anlamları değiştirmek için. Senden bene, benden başka bir bene geçmek yetermiş. Beden dediğin, benler malikanesi. Işıkları açın. Karanlık görkem ürkütür. Tanımlama düşkünü zihinlere oyunlar oynar aydınlık. Bildim sanırlar. Sanrılar emniyet hissi doğurur. Halbuki tehlike ışıklar içinde. Tam da bu sebeple  ışıkları sönmeli zihnimin ki konuşabileyim. Yeterlilik fiili. Konuş. Abilmek. Bir yaşımdan beri yaptığım bir eylem için ağır ek. Annem anlatır ilk yaş günümde hangi elbiseyi giymek istediğimi söyleyecek kadar konuşabilidiğimi. Derdimi anlatacak kadar yani. Derdini anlatmak fiilinin yeterlilik hali o yıllarla sınırlı. Sahrada kız çocuğu muamelesi görür derdim ondan sonra. Gün ışımadan uykusundan uyandırır, gözlerinde kazdığım mezara gömerim kimseler sezmeden. Duvarlar bu yüzden var. Hangi sahip mezarlıktan müstakil bir arka bahçeye bakmak ister? Duvarların ötesi bizden değil. Mezarların derini söze ermez. Uyuyun. Ciğerlerine kum dolmuş bir yazgı bizimki. Modern tıp ölüm saatimizi ilan etti. Yüzümüzü kapladı mavi hastane örtüleri. Uyku çoğalttı bizi. Şimdi konuşabiliriz.


24 Şubat 2013 Pazar

What makes you cry?

"...you were pretty even when you cried..." 


29 Ocak 2013 Salı

yol bir dakka miktarinca



Uzakdoguda, ay takviminin sonunda kutlanan isik festivalleri varmis. 
Bir kagittan fener yakar, gokyuzune birakirlarmis,
 to let go of the past selves and get a new one. 
Yaktim bi'tane. 


Dize geldim, kiyamadi diz bana, basimi yasladim uykulara

Kiminse bu zifir, alabilir benden artik. Ellerim yuzum kara. Bulandim ben. Boyandim ben. Tamamim. Kimdense bu zehir, alabilir. Hucrelerime nufuz etti. Tuttu gecitleri, kimildayamaz kildi beni. Endiseye mahal yok, maglubum. Asilabilir kapima bu bozgun. Oyun bozmam.

http://www.whitezine.com/images/Endless-Roads-Van-580x325.png

trouble in breathing

Bu gece canim cok yaniyor. 
Baskasi olmak kolaylasiyor.
Kimin acisina degsem, o oluveriyorum.

.

Kaldirimda oturuyoruz diz dize. Minicigiz ama dunya ustumuze ustumuze.
Unutuyoruz bir an, burunlarimiz cama yasli. Renkler akiyorken kalbine kalbine, unutmak kolay.
Icim kesik kesik yine de. Agliyorum. 

.

60 yil boyu seyrediyorum onu. Hayat etrafimizdan akip geciyor.
Gulusunden kendime pay bicmelerim hic bitmiyor.
Baba oluyor sonra, sonra dede, sonra hasta.
O ne zaman bir sey olsa, 
ben de ona eslikte baska bir sey oluyorum.
Gecen zamanin gucu ne? 
O bana boyle baktikca, hep o ayni genc kiz kaliyorum.

.

Omuzlarimiz kesiyor bu sopa ama boyle daha kolay.
Hem gulunce de ote kolay. 
Emek varsa ekmek de var.
Sukret sen. Sahip bilir.
Sahip lutfedendir.
O'na ne gucluk.
Tevekkeltualallah! 

.

Sonra biri elbisemden camasir ipine asiyor beni. Dunyayi bas asagi goruyorum. Yan asagi. 
Gulmekten nefes alamiyorum ki. Dislerimi cebimde sakliyordum. Annem bana papuc alacak. 
Dusup kaybolmasalar iyi. Yan asagi  gulmek cok komik ama. Dunya yere dusuyor gibi oluyor. 
Tutsam tutulmuyor. Nefesim bana bile yetmiyor. Guldurme bak altima yapicam!  

.

Ucmaktan vazgectigin zaman dusmeye basliyorsun. Bir sure asili kaliyorsun havada, yanilma. Sen aslinda coktan
dusuyorsun. Isiklar yaklasiyor; sesler, renkler, hukum yaklasiyor. Sonra yer gelip yuzune carpiyor. Siyah.
Dipsizlik kendini yeniden tanimliyor. Dusmek kolay, carpmakla bitmek her zaman birbirini esitlemiyor. 
Yazik. Bitilemiyor bazen. Gayretin de sinirlari var. Citlerin uzerine yasli cenem, ruzgar basak 
savuruyor. Mumkunun otesini seyrediyorum ben. Benim olmayanlarin yasini tutmaktan, 
benim olanlara sira gelmiyor. Ben duserken, annem elini basimin arkadasina 
koyuyor. Sefkat kendini yeniden tanimliyor. Durmuyor dusmem. Bazi 
seyler basladi mi, bir daha iflah olmuyor. Umut etmisliginden 
utaniyor gun. Utanci koyacak yer yok. Oyle yokluk. 
Siyaha sukur. Bir karadelik dokuyor teninden.
Done done icine aliyor beni yokluklar .
Dusmek basladi mi, infilak
olmaksizin bitmiyor.
Sonsuzlukta
iflah.










24 Ocak 2013 Perşembe

ben bir oyun uydurdum duma duma dum


Bak simdi. Mevsimlerden yaz. Bir cimenlik bulmusuz. Kus sesinden ve mini mini ciceklerden ibaret bir agac alti. Uzanmisiz da boyle. Canimiz gok cektiyse demek ki... Alabildigine bulut canina yandigim. Caprazlamasina da yatmisiz.Konusurken birbirimize, gulerken gokyuzune ceviriyormusuz basimizi. Komiksek demek...kacinilmaz olarak! Avuclarimizi cimenlere degdiriyormusuz. Biraz saga, biraz sola... Gidikliyor mu ne bizi bu cimenler? Daha cok kahkaha. Daha cok gok. Hafifmis hayat. Ayak bileklerimize dokunup kacan deniz gibiymis. Omuzlarimizdan asagi efil tiril dokulen bir tul sal. Kahkahalarimizin yukselip yukselip bulutlarin uclarina takilislarini seyrediyormusuz. Yapraklarin yesili golgeliyormus gunesi bazen, bazen azicik aralaniyorlarmis muzip muzip gulmelere. Gercekten oldu mu, yoksa hosumuza gitti diye kafamizdan mi uydurduk emin olamadigimiz hikayeler anlatiyormusuz. Bir guzele bin guzel katiyormusuz. Emin olmak cok da onemli degilmis hem. Guzel olmakmis muhim olan. Cimlere uzanmis guzellesiyormusuz. Benim olsa dedigimiz de olmayan, olmasa dedigimiz de olan hicbir seycikler yokmus. Her sey kararindaymis. Tam kararinda. Kararimiz mutlulukmus. Kararliymisiz da demek, keratalar bizi. Bir ugurbocegi tirmaniyormus elime. Parmaklarimi kaldirip gosteriyormusum sana. Ugurboceginin yolculugunu film yapmis, seyrediyormusuz. Serce parmaklarimizi degdiriyormusuz, elini elimden ayiramiyormus ugurbocegi. Hoooop, senin. Kirmiziymis. Azicik da siyah puantiyeli. Annesi terlik-papuc almis. Duyunca havalanmis. Arkasindan soyluyormusuz sarkisini. Uc, uc bocegim... Ucus ucusmusuz biz de. Telaseler hep ucus ucusmus.Gitmis, gitmis, gitmisler. Oooooo, bak ne uzaga gitmisler. Daha da buralara donebilemezmisler. Oh, ferah! Azicik serinlemis mi hava? Ruzgar titretmis mi icimizi biraz? E kalkip gidelim o zaman. Ucsuz bucaksiz bizim nasilsa. Kollarimizi aksamustune karsi acip yurumeye basliyormusuz. Ayakkabilarimiz elimizde... Yurudukce etrafimizi saran toz toprak komikmis sanki. Gulmelere doyamamisiz. Gun batimina yuruyen ucus ucus iki figurmusuz. Kalpleri golgelerinden daha hafif, usul, yumusak, keyif keyif, belli belirsiz iki figur. Tepeyi aşmışız ve hooooppppppuff!

13 Ocak 2013 Pazar

bir imha yontemi olarak yazmak


Eşyalarımı topluyorum. Gitmenin kalmakla aynı rafta dinlendiği bir yere yolculuğum. Hazırlıklı değilim. Hazır da sanmıyorum kendimi. Bitirdim sanmaları. Sanmaktı zaten ehil olduğum kapının bu yanında. Profesyonel sanıcı. Bekliyorsun ki bir yerde ayar insan. Sanmanın da tadı kaçar. Yok, kaçmadı. Asidi gitmiş kola içmek gibiydi belki ama bitiririm ben hep tabağımda, bardağımda kalanları. Annem öyle büyüttü beni. Kola için farklı olurdu hisleri muhtemelen ama ben genellemeci hücrelerimi aktive etmiştim bir kere. O hücreler yüzünden zaten ne olduysa. Biri lazım bana suçlayacak, onları seçtim. Suçlamak hafifletici bir eylem olsa gerek. Yoksa neden bu kadar suçluluk var? Onu diyordum. Gidiyorum ben. Suçlunun masumla aynı rafta olduğu yere yolculuğum. Paralel bir evren buldum. 3 yaşımın elinden tutuyor 20'li yaşlarım. Kendine mi benzetiyor nedir, lülelerini düzeltiyor. Bitimsiz sorularını sıralıyor 5 yaşım, 40'lı yaşlarım cevap versin diye. Gittikçe sabırlı mı olmuşum, ne... Cevaplıyor o diğer ben. Hatırlıyor diye mi belki de? Bilmiyorum. Pencere açıktı belki, üşüdüm. Unutalım. Unutalım.


Bir rüya gördüm dün. Suya anlatsam giderdi belki. Anlatmadım. Karanlıktı rüya. Işığa rağmen karanlık kalan rüya. Kayıp hissiyle baş etmek zor. Ölüm değil burada kayıp. Sağ mı, ölü mü; bilememek. Gitmek ama gitmek. Nereye olduğunu bilmeden, o kaybolanla birlikte gitmek. Aynaya baktığında artık kendini görememek. Dönüşmek. Kime? Tanımsız. Gitmişti. Kaybolmuştu belki de. Karar verip attıysa adımlarını gitmek olurdu o. Geride kalanlar habersizse o karardan, kaybolmak olurdu yine de. Biz kayboldu sanıyorduk ama gitmişti belki de. Kayboldu sandık ve çok aradık. Gittim ben deseydi de arar mıydık? Bilemedim. Ama bir bulamamak sızdı içimde. Kaldırıma uzanıp kaldım bir yerde. Sen uyu, ben tutuyorum seni, sen uyu dedi. Sabah ararız yine, şimdi uyu. Teslim olamadımsa da hissettim beni kuşattığı şefkati. Koluna tutundum, gözlerimi kapattım. Rüya içinde uykuya yattım, uyandım.