rica ediyorum, ortak bir karar alalım ve iyilik, fedakarlık gibi kavramları çıkartalım hayatımızdan. çoktan öldürdüğümüz ama bir çeşit gurur vesilesi kılmak için, içlerini doldurmak suretiyle duvarlarımıza astığımız geyik kafalarına dönüştüler nasılsa, gömelim gitsin.
ne zamandır, bir gün karşılığını bekleyerek iyilik, fedakarlık yapma eğilimdeyiz bilmiyorum ama uzun zamandır olsa gerek. "mefhumların içinin boşalması ve cüretin yol haritası" adlı kutsal kitabın "iyilikler ve fedakarlıklar" bölümüne baktığımızda, bu mefhumların içlerinin boşalmaya başladığı ilk dönemlerde, insanların karşılık beklediklerini birbirlerinden sakladıkları, ancak saklı saklı bekledikleri karşılıkları elde edemediklerinde, çemkirme ihtiyaçlarını ise olmadık bir başka yerden cıngar çıkartmak suretiyle karşıladıkları tespitini görüyoruz. şimdilerde pek de kimsenin iyiliklerinin karşılıklıksız kalmasından duyduğu hayal kırıklığını saklama eğiliminde olmadığını düşünürsek, epey bir olmuş biz bu geyikleri vuralı.
bir de öyle sinsi ki insanoğlu, sözde iyilik ve fedakarlık anında, bu tam bir iyilik ve fedakarlıkmış gibi algılanmasına sebep olacak şekilde davranmaya devam ediyor. bütün sevecenliği, karşılık beklemezliği, muhattabını umursar tavırlarıyla aldatıcı bir tablo ortaya kokuyor. aldatıcı çünkü, karşısındaki insanın bundan 10 gün, olmadı 5 ay, belki de 2 sene sonra, beklediği bir şeyi gerçekleştirmediği ya da gerçekleştiremediği bir durumda ("postmodern toplum ve geyik boynuzundaki kavramlar" adlı bir diğer kutsal kitabın bildirdiğine göre, -ebilememek ve -memek arasında arasında bir fark yok geyik avcısı yeni nesil insanın gözünde. yapamadıysan da yapmamışsın demektir.) hemen döküveriyor eteğindeki taşları; ama ben onun için neler neler neler yapmıştım. kimse yoktu yanında, bir Allah kulu yüzüne bakmıyordu, ben onu adam yerine koydum.
ne yaptın abla ya, n'aptın! sen onu 'adam yerine koyarken'; "bak cicim, şimdi bana ihtiyacın var ve ben de yanındaymış gibi davranıp bu ihtiyacını karşılıyorum ama yarın öbür gün bir canımı sık, burnundan getiririm, adam olarak yaratılmışlığına pişman olursun. beklentilerimin sınırlarından bir çık -ki onları dile getirmiş olmam da gerekmiyor, zihnimden geçirdiğim ve nöronlarım arasındaki o ilk elektriksel iletinin yaşandığı an senin için de geri sayım başlar- bak bir çık, ne varsa senin için yaptığım o gün döküyorum ortaya. bizde böyle, işine gelirse kabul et ve iyilik takma adlı çok başlıklı torpidomu ateşleyeyim, istemiyorsa bırakayım seni kendi sefil ihtiyaçlarında boğul." dedin mi garibe... demedin. bir şefkat, bir merhamet timsali gibi dikildin yanında ve bir tefeci gibi kaç katını alabileceğini kaydettin zihnindeki "iyilik ve fedakarlık faizi" adlı gizli bölmeye. en baştan şu anlaşmayı yapsan içim yanmaz zira, bir insan bir tefeciye gittiğinde, bir tefeciye gittiğini biliyordur ve karşısında oturan adamın muhtemelen ilk fırsatta kanını iliğini emecek (not in a good way ;) ) bir organizma olduğundan haberdardır. ama sen pamuk prensesin üvey annesi gibi bütün cadı tırnaklarını balo elbiselerinin altına sakladın ve sözde iyiliklerinin muhattabını savunmasız bıraktın. şimdi kahrol ah ben ne iyi insandım da kıymetimi bilen yok meyhanesinde. sıradaki şarkı da benden sana gelsin.
bunun bir başka versiyonu da 'yemedim yedirdim, içmedim içirdim, saçımı süpürge ettim'dir. e gözümün bebeği anne, hepsini yedirmeyip biraz da sen yeseydin, e biraz da bölüşüp içseydiniz de çocuğun olur olmaz semirmek yerine sağlıklı bir anne-evlat ilişkisine sahip olsaydı ya... sanki bir tek sen yedirdin, içirdin çocuğunu da bugün başına kakıyorsun. hem süpürge dediğin 1-2 lira bir şey. saçlarına kıymayaydın da sonra uzakdoğunun okyanus özlerini içeren bal serpintili badem esintili şampuanlarına bir servet yatırmayaydın ya... bak tefeci olacağım diye kendi ekonomini ziyan ettin, yazık.
efenim diyeceğim o ki, bir gün, hangi şartlar altında olursa olsun, içinize oturacağını düşünüyorsanız o iyiliklerin, yapmayın gözünüzü seveyim. eğer bir kâr hanesi varsa karşılarında, bir beklenti doğuruyorsa içinizde göze aldığınız fedakarlıklar, rica ederim, yapmayın. bırakın insanlar sizi o an duyarsız ya da umursamaz bulsunlar, bu yarın öbür gün bir şahinin pençesinde, hem de şahinler halkının sıradan bir üyesinin değil, tefeciler sınıfından bir şahinin pençesinde, çekecekleri acıdan çok daha rahat atlatılabilir. siz de içinizdeki tefeciyle tanışmamış olursunuz. iki kere rafine...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder