4 Kasım 2010 Perşembe

sen yoktun, ben hayal kurdum


önünde karşılıklı oturduğumuz bahçe kapısının iki kanadını açsak
iki yana
kocaman
rüzgar uçursa tülleri
kadife yeşili koltuklar gerçekten kadife olsa
bir yana tarandığında koyu
bir yana tarandığında açık
kucağımızda laptoplar
sehpa üzerinde iki kupa
birinde çay
birinde ıhlamur
birinde kahve
birinde zencefil
ister misin desen
ben sebze içmem
off ya!
gülümsesem
türküler mırıldansa hoparlörler
aklımıza estikçe eşlik ettiğimiz
değiştikçe kulak kabarttığımız
sıradaki?
susasam ben ve sen bana su getirsen
çünkü iyi kalpli olsan
ben bize tulumba tatlısı alsam
sen bir tanecik yesen
aslında sana almış gibi yapıp gayet bana aldığımı bilir bilir gülümsesen
yazsan sonra sen
ilk ben okusam
sonra ben yazsam
sonra sen okusan
sonra konuşsak
sonra sussak
sonra daha çok gece olsa
sonra yağmur yağsa
sonra kapatsak ışıkları
karanlığı içeri alsak
kendimizden saklanmasak
çiçekler olsa vazomuzda
minik beyaz
minik pembe
minik mor
minik mavi çiçekler
kokmasalar ama güzel görünseler
bir kare masamız olsa
dört sandalye
o iki sandalyeyi ne yapacaksak
ayaklarımızı uzatsak
şımarık yemekler yesek
ayaklarını uyuz çift sayılı sandalyelere uzatan
şımarık yemekler
makarna haşlasak mesela
sos yapıp üzerine
adına yemek desek
bol ayran
turşu bir de
doya doya su
beyaz örtüler üzerinde
olmadık şeyler anlatsak iki çatal arasında
kuş gördüm uçtu bugün
kedi gördüm nankördü
karşıdan karşıya geçerken

yeşil adamın yürümesini bekledim

kırmızı adam kalbimi kırıyor
hayat sanki onu daha çok yoruyor
ve eğer susacaksak
bir şeyler bilen bir susku olsa sustuklarımız
ve sonra
öylesine de susabilsek
hiçbir zıkkım bilmeyen susmalarla
ve susadığımızda
bir bardak su getirenimiz olsa
yastığımızı düzeltenimiz
üzerimize bir örtü örtenimiz
uyular mırıldananımız olsa
sonra sabahlar
sonra aydınlıklar
sonra erken adım telaşlar
sonra gün
sonra gece
birinin ötekinden farkı bilinse
ve sonra sen artık konuşsan
23 bağlanırken 24'e
sen artık konuşsan
ve ben sussam
ve susabilsem ben
senin konuşabilmeni beklemeden

Hiç yorum yok: