10 Haziran 2010 Perşembe

bir artı bir



hazirandan kalma bir gece
geceden kalma bir düş
düşten kalma bir bulut
buluttan kalma bir damla
damladan kalma bir dünya
olsam...

o haziran gecesi toprakları ıslayan bir çisil yağmur olsam...

o çisil yağmura toprak...

o toprağa bahar...

o bahara aşk...

o aşka kurban...

o kurbana ismail..

o ismail'e zemzem...

o zemzeme pınar...

o pınara menevşe...

o menevşeye kök...

o köke cansuyu...

o cansuyuna can...

v.yaka

stephan

9 Haziran 2010 Çarşamba

rüya görmek tehlikeli ve yasaktır



ne güzel bir yalansın. inanmak istiyorum sana. geçmiş inanmışlıklarım olmasa, kanardım. kanamış olmasaydım vaktiyle, ilk sana kanardım. dünyanın merkeziyim. 23°27' benim eserim. hayat güzel. yeşil daha yeşil. mavi daha deniz. gök daha bulut sanırdım. güldüğünde sen, yer üstünde acı çeken kimse kalmıyor. inanırdım.

bir evin, bir köşesinde, bir kadın. iki kolunu sarmış bedenine. iki büklüm. kendini bir arada tutmaya çalışır gibi. ağlamıyor. artık. hiç. üzülmek. olmuyor.iki kanadını birden açtığı pencerelerde, rüzgar olup saçlarından geçiyor sabahlar. çivit mavisi panjurların gölgesi patiskalar üzerine ne güzel de vuruyor. ateş üstünde çaydanlık. ateş kırmızı. dudaklarda buhar oluyor ıslıklar. dudaklar kırmızı. masa etrafında dört sandalye. masa kare. iki tabak. beyaz. yuvarlak. kapı eşiğine yaslı 'günaydın'. taze yıkanmış yüz. serin, ferah, huzur. emniyet. iki el, kendini kollarıyla sardığı yerde. kendisinin olmayan iki el. kulağında fısıltı, boynunda nefes; 'iyi uyudun mu?' 'uyudum' diyen gülümseyiş. emniyete bırakılan beden.

iyi uyudum... öyle iyi uyudum ki, bir rüya gördüm. geri döneceğini bildiğim akşamlara uğurluyormuşum seni. kapının aralığında gözlerim. korkmuyorlarmış. bilmek varmış. geleceğini bilmek. bilmenin yüzünü kara çıkartmıyormuşsun. inanmak ahmaklık değilmiş.

sonra uyandım. kollarımı etrafıma sardım. uzadı ve kısaldı gölgeler. ben aynı kaldım.


6 Haziran 2010 Pazar

Masumiyetin Kanıtlanana Kadar Suçlusun



Çocuklarımıza ilk önce kendini suçlu hissetmeyi öğretiyoruz. Onay almadıkça doğru yaptığından emin olmamasını sağlıyoruz. Böylece, var olduğunu hissetmesinin neredeyse tek yolunu onaylanmaya bağladığımız çocuğun ipleri tümüyle elimizde oluyor. Kendisi olmasına olanak tanımak, kendisini inşa etmesi yönünde yüreklendirmek yerine; istediğimiz sınırı çizip, istediğimiz şekli verebiliyoruz ona. Olmasını istediğimiz şey kılıyoruz onu. Olmasının doğru olacağını bildiğimiz .!. şey. 'Ablaya öyle denmez', 'Büyüklerle öyle konuşulmaz', 'Sokakta böyle yapılmaz'lar aşamasına geçiyoruz sonra. Onaylama gücü ablaya, büyüğe, sokaktakine geçiyor ve hayattan ne istediğini bulmak yerine, ondan ne istendiğini keşfetmeye başlıyor çocuklar.  Bir memnun etme şizofrenisini beliriyor. Ne kadar aferinin varsa o kadar varsın. Ve bu aferinlerin standart bir kriterleri de olmadığında, alt benler ortaya çıkıyor. Mahmut amcadan aferin alacak ben. Süheyla teyzenin onaylayacağı ben. Bekir abinin sırtını sıvazlayacağı ben. Ah... Tabi, Mahmut amcanın, Süheyla teyzenin huzuruda iken vereceği aferin ile Bekir abinin huzurunda vereceği aferinin de kriterleri farklı olduğundan, balatalar iyice ısınıyor. Alt benlerin de alt benleri oluşuyor.



Sıklıkla duvara tosluyor, var olmanın yolunu onaylanmak bilen çocuk/ergen. Ne olduğunu keşfetme yolcuğu çoktan unutulmuş, ne olması gerektiği ile ilgili öngörülemez törpülenmelere göğüs geriyor. Üzerine olmayan elbiseler içine tıkıştırılıyor mütemadiyen ve elbiselerden taşan yanlarından utanıyor. Olması gereken kişi olmayı beceremediğini düşündüğü kendisini suçluyor. Sonra değişiyor isimleri Mahmut'un, Süheyla'nın, Bekir'in... Öğretmen oluyor. Sevgili oluyor. Patron oluyor. Karşınıza gelen herkes biri olmanızı istiyor sizden. Kim olduğunuzla ilgili tanışıklığınızdaki kısırlık, o biri olma talebini can simidine dönüştürüyor. O'ymuş gibi oluyor ve bir şey olmanın tatminini de kendin olmak sanıyorsunuz. Ya da...




Ya da... Bir gün, bir yerde, bir şekilde, kendine has olma ihtimali ile tanışıyoruz. İthimali mümkün kılma yolunu seçersek yürümek üzere, sesler çıkmaya başlıyor çevreden. Değiştin. Sen böyle değildin. Hiç yakıştıramadım. Bunu senden beklemezdim. 'Benim istediğim değilsen hiçsin'ci mantalite, hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, iyiliğimizi düşünüyor. İyiliğimizi düşünmesini isteyip istemediğimizi düşünmüyor ama. Olmaya karar verdiğin sen, seni varlığının bir uzantısı gibi görmeye alışmış gürûhun kapsama alanından çıktıkça, çatışmalar başlıyor. O güne kadar onay mercii olmuş ana mekanizma, kendine has olmaya başlayan bireyin bağımsızlaşması sürecini varlıksal bütünlüğüne tehdit olarak algılıyor. Çünkü; seni bir uzvu gibi yönetmek, senden çok onun işine yarıyor. Seni, onaylanmadıkça var hissedemeyen bir organizma olarak programlayan sistem, onaylamakdıkça/reddetmedikçe, iktidar sürmedikçe var kalamayan bir yapıya dönüşmüş oluyor. Kendin olman, onun kendisi kalamaması anlamına geldiği için, caydırıcı mekanizmalar devreye sokuluyor. Elalem ne der? Ne emekler... Hak edecek ne yaptım? Yemedim. İçmedim. Giymedim. Süpürge saçlarım...



İhtimaldir ki, vaktiyle kuvvetle köklendirilen o en eski öğretiler, canlanmaya başlıyor bu noktada. Suçluluk. Keşke öyle demeseydim. Ne olurdu biraz ses etmeseydim. Kanlanıp canlanmaya başlıyor ana mekanizmanın suçluluk duygusu üzerinden beslenen kanalları. Yeniden, kapsanan küme olma yolunda ilerliyorsun. Kesişen küme olmak, razı olunası kuvvette bir iktidar vaad etmiyor ana sisteme. Kendini yok ederek, onu var kılmayı seçiyorsun. Çünkü kendini var kılmak, bencilce. Ayıp. Elalem ne der... Kimsenin olmadığı kuytularında bile içinin, yüzüne nişan almış bir işaret parmağı hep seni gösteriyor. Hep, senin yüzünden...

5 Haziran 2010 Cumartesi

benim canım...


Bugün olmadığın o kişiye yazılan mektupları çift rakamlı yıllar sonra dönüp okumak... Detayların neye işaret ettiğini hala hatırlamak... Aynı esprilere, aynı hazla gülmek... Sıradışı.
Dününün temel direğinin yerinde esen yellerde savrulurken saçları bugünün, zamanın içinden çekip alma isteği o günkü seni ve onu, kuvvetli.
Mümkünü olmadığını bilmek... Ne elinin değdiğinin, ne değen elinin aynı olmadığını bilmek... Hayal kırıklığına gebe.
Bugünkü beni tanısaydı o günkü o, severdi belki fikri, ince kesikli çizik.
Yol üzerindeyken hangi dönemeçte kaybettik birbirimizi? Ben mi daha çok hata yaptım, o mu? Neyi başka yapsaydım farklı olurdu?
Boşuna...
Sahip olamayacağın bir şeyi özleme çaresizliğinin üstüne, bir vakit sahip olabilmiş lakin sahip kalmayı bilememişliğin ıstırabı eklenince, yürek...mektup ucu gibi. yanık.


Hayatımın şahid olunası kelimelerinin şahidi... Bilsem ki bugünün benini alıp gelsem bugünün senine, geçmişin bizinden iz buluruz diye... Gelirdim. Ama biliyorum ki hayat, inançlarımızı azalttı. Hatırlamıyoruz artık birbirmiz için ne olduğumuzu. Hayatı aleyhimize sanırken yan yana durmanın ne demek olduğunu, bilmiyoruz artık. İntikam almayı, ben meftunluğunu, kini öğrendik. Kelimeler birbirimiz için keskin artık. Kınlarında kalmaları daha iyi. Hiç değilse hatırası kalsın bir vakitler güzel olanın.

4 Haziran 2010 Cuma

this is me not caring

Geçenlerde fark ettim ki; bana sorulan sorulara iki farklı cevabı var zihnimin. Biri otomatik. Ben, bugünkü ben olarak ne yapardım. Biri de düz. Ben, başka bir hayatta, dümdüz ben olsaydım ne yapardım. Acıdı tabi biraz. Zira tek bir hayat var, onu da olduğundan emin olmadığın birinin cevaplarına göre geçirmek, fena. Gözünü sevdiğimin inkar mekanizması sardı yaralarımı hemen. Kuvvetine yandığım. İdrak öncesi gibiyim, gıcır. Da... Arada böyle. Geliyor bazen... Fuck it diye. Bu öyle biraz. O zaman. Haydi buyrun, hep birlikte...


19 Mayıs 2010 Çarşamba

collapse

 

. Telefon çalarken, buluşmaya giderken, e-mail'i açarken gelecek siteme kendini hazırlamak zorunda olmamak, arkadaşlıkların yük olarak taşınmadığı bir sistem kurmak hayatta, nasıl bir konfordur?

. Sitemin halleşmeden farkı gayret iken, ikisini bir sanmak, sitem ile halleşmekte olana kırılmak doğru mudur?

. Hayatı 'benim' diye sahiplenmenin, sonuna imzasını atacağı bilgisi ve keyfiyle yaşamanın yolu nerede bulunur?

. Teslimiyetin sınırları tuttuğu topraklarda, mülkiyet kimin hükmü altına girer?

. Kulun Yaratıcı'ya kırgınlık duyabilecek kadar yakın olması nasıl bir haldir?

. Yaratıcı'nın kula kırgınlık hali üzerine nasıl devam edilir?

. 'Uzak' bilinmiş olana nasıl yakın olunur?

. İnsan kendini nerede bulur?




. Acımasız iç sesleri katlin cezası nedir?

6 Mayıs 2010 Perşembe

ben bugün normal insan oldum

bugün değişik bir şey yaptım. erken uyudum. erken uyandım. erken uyanınca da dünyayı kurtarırım sandım. bir değişik oldu gün. günün ilk ışıkları, kuş cıvıltıları filan... hayat güzel olabilir sandım. stefan dedi ki; düzen iyidir, insanı kandırır. kanalım o zaman. hep birlikte sanalım.

2 Mayıs 2010 Pazar

yara


yarası olmayanı yaralar. olanın vay haline...




Eski Yara - Nurettin Rençber

27 Nisan 2010 Salı

düzgün

'düzgün'lük yüzde yüz bir tercih değil sadece. yüzde yüz yaratılış da değil. sadece olduğum şekil bu. bunu değiştirmeye çalışmak durmayacak üzerimde. kendi olmayan eline yüzüne bulaşır insanın. üstelik...bundan ibaret değilim. 'düzgün olmayan' yanlarım var. çok eğlendiğim. belki de en çok, düzgün olmayan yanlarımla bir olup düzgün yanlarımla kafa bulduğumda eğleniyorum. ama bu, kendimi onlardan ibaret kılmam gerektiği anlamına gelmiyor. ben bir kombinasyonum ve nasılsam öyle iyiyim. biri olduğumda diğerini inkar etmiyorum. hala o kadar, diğeri kalabiliyorum. canım kime isterse, ona düzgün olup, istediğimi düzgün olmayabilirim. beni x tanımlaması birinin ona y de olduğumu anlatma ihtiyacı doğurmuyor bende... ya da beni y bilenlerden x'i saklamak için çırpınmıyorum. benim denklemimde; x, y'den münezzeh değil.

bir de; düzgün, kenarları makasla kesilmiş bir kelime. ve kullananı güdük kılıyor.

iddia


ben kendimi önemsemem gerektiğini yıllarca bilmiyordum. sen başkasını önemsersin, başkası da seni önemser, karşılıklı mutlu olur herkes sanıyordum. öğrendim. öyle değil.

sonra kendimi fazlaca önemsemeye başladım. fazlacası, telafi derdi belki. kendini bir şey zannetmek değil burada kastettiğim şey. canımın ne istediğini ilişkilerin, geleneklerin, anlık önceliklerin önünde tutmak. ve görüyorum ki, bu da değil.


beslemediğiniz her şey bitmeye başlıyor. bir ucundan tutmadığınız dallara yaslanmak akıllıca değil. ne birini/bir şeyi sonsuza dek taşımak mümkün; ne de yaslanmak, sonsuzca taşınmak üzere.

özeni yitirdim sanki. kıymet bilmeyi. emek vermeyi. minnettar olmayı. vefayı. ki bunlar, iddalı olduğum özelliklerdi. kenan hoca demişti "Allah insanı en iddalı olduğu yerden vurur." ve 'keşke' zehirli bir kelimedir.

bir denge bulmak lazım şimdi. kendini ayak altına sermediğin, karşındakini göz ardı etmediğin bir denge.

deneme yanılma... denemezsen yanılmazsın mı demek? denedikçe yanılıyorum, yanıldıkça başka şekilde yanılmak için başka şeyler deniyorum. hani 'kabul' ferahlatır, kabul edin rahatlayıncı ekoller var ya. kabul rahatlattığı kadar yayarmış bir de, ben bunu gördüm. tembelliği meyyal benim ruhum, efenim, erteleme en sevmediğim huyum dedikçe, yerleştim, kök saldım.

o kadar. hatırlayayım diye sonra. toparlamadan yazsan da olur, mükemmel kılmak için ertelemekten yapılamıyor pek bir şeyler çıkarımından.

öyle.

26 Nisan 2010 Pazartesi

anlam

kendi kabuğumu sımsıkı sardığımda çevreme, hayat ne kolay. ne...tatmin edici. ne...ben yaptım, oldu; hem de ne güzel oldu. başka hayatlar görmek açtığı ufuklarca mutsuzluk yığıyor içime...kimi zaman. eksik kalıyorum. kimse yapmıyor olsa yapılası şeyleri, bilmesem, ne kolay göz yummak. kendime.

küçük hesaplarımı çuvallara doldurup yakmak, küllerini boğaza saçmak istiyorum. ama hiçbir zaman yapmayacağım. ne kadarsam o kadar kalacağım hep. bazen ikna edeceğim kendimi bîhaber mutluluklara. bazen idrak modunda...ağzımda bir kekremsi tat...uykudan bir perde çekeceğim gözlerimin önüne. uyuyayım, geçsin. unutayım, geçsin.

anlam ararken, anlam var sanırken, anlamı eksik bulurken, anlamı tanımlarken, anlamı restore ederken, anlamı yitirirken, anlamı anlamsızlaşırırken, anlamı kurgularken, anlamı anlamlı kılarken, biraz anlar ve biraz anlamazken bitecek sonra bir yerde. kim olmayı seçersem o olacağım inancının içindeki hava uçup gidecek; ben, olmayı değiştiremediğim o kişi olarak gökyüzünü seyretmeye başlayacağım.



Adio Kerida . Yasmin Levy

13 Mart 2010 Cumartesi

etimde bıçak yarası ya giderse korkusu

birgün hayatımı baştan seyredip kendime çok üzülecekmişim gibi geliyor. sonra geçiyor. iki ileri, bir geri. insanın, olmak istediği o kişi olmayı asla başaramayacağını anladığı andan sonra tadı kaçıyor hayatın. hep bir acımtırak yan. kendinle halleşemiyorsun. halleşmesen geçemiyorsun. sen geçemeyince, hayat geçmiyor. sonra bir sabah uyanıyorsun, ne fark edecek ki diyor içindeki ses. cevap veremiyorsun. ne fark eder ki?


22 Ocak 2010 Cuma

çünkü, ben eskiden maviydim.


rüyamda lise öğrecisiydim yeniden. eski okulumun koridorlarında yürüyordum yanımda arkadaşlarım, sınıflardan çıkan bildik yüzler. binanın o aynı noktalarından içeri dolan ışık. içimde duyduğum o zamanlara has his. coşku mu? her şeyin üstesinden gelebilirim fikri mi? hayatımı istediğim gibi yapacağım ve olmak istediğim gibi mutlu olacağım inancı mı? bilmiyorum. yaşadıklarına, hissettiklerine, adımladığı koridorlara, hayatın özüne hakim bir histi içimde, tanıdık. ve "hakikatten hayat bir daha hiç lisedeyken olduğun kadar güzel olmuyormuş" dedim kendi kendime. bir yandan tadını çıkartırken bir yandan da hayal kırıklığı yaşıyordum çünkü içimde bir yerdeki gizli bir bilgiyle biliyordum ki lisede değildim. bu da demekti ki hayat bir daha hiç o kadar güzel olmayacak. kırıkların üstüne basmaktan yorulduğum için mi vazgeçtim hayallerden acaba?

bir arkadaşım 'insanlar olamadıkları şeylerin yasına zaman ayırmalılar' demişti. hayat beni mutlu etti. bildiğim şekilde, olurum sandığım biçimde değil ama hayat beni mutlu etti. REMe eşlik eden hızlı göz hareketlerinin bilinçaltımdan çıkardığı o 'bildiğim, birgün olurum sandığım'sa başka bir şeydi. bugünü olamadıklarımın yasına ayırıyorum.

13 Ocak 2010 Çarşamba

disijın meyking mekaniyzm

galiba insan iki seçenek arasında kaldığında, hangisini seçeceğini biliyor en baştan beri . 'karar verme' dediğimiz süreç insanın kendisini, diğer seçeneğin daha az seçilesi olduğuna ikna etmesinden geçiyor. çünkü insan neyi seçse, aklının bir köşesi diğerinde kalıyor.