28 Şubat 2012 Salı

Yoğurtlu Pilav

Hatırlayabildiğim en eski anımda, annem bana yoğurda karıştırılmış pilav yediriyor. Pilav sıcak. Yoğurda keskin bir tat katmış. Balkonumuzun demirleri henüz yapılmamış. Annemle biz balkonda oturuyoruz. Evimizde inşaat devam ediyor. Ben yetişemiyorum annemin ağzıma yaklaştırdığı kaşıklara. Acelesi var annemin. Annemin hep acelesi oldu. Yapılacak işleri. Yetişecek yerleri. Yaşayacak bir hayatı. Ama iki arada bir derede, en meşgul zamanlarında bile, bulduğu yerde sımsıkı sarılır, öpüp koklardı beni. Sonra yine düşerdi işlerinin peşine. Bu yüzden hep sevildiğini bilen bir çocuk oldum ben. Sevilebilirliğine inanan ama yalnız bir çocuk. Yani "Bir fırsatı bulunabilse, ne biçim sevilebilir bir insanım ben" kişisi. Fırsatlar ve mümkünler dengesi.

Birinin ilk anısında yer almak güzel. Bir arkadaşım dedi ki geçen; "Anne güzel şey, kim bilir anne olmak ne güzeldir." Hala olmak dediriyor ki bana; çok...pek çok güzeldir. Hesaplar ortalama üç yaşında olduğumu işaret ediyor o yoğurtlu pilav günü. Şimdi benim yeğenim üç yaşının biraz üstünde. İçime katasım geliyor onu her gülüşünde. Annem beni nasıl sevip koklamasın.

Öyle. Bu aralar ilk anılarımı düşünüyorum. Birazını hatırlıyorum, birazını da hatırladığımı sanırken yazıyorum muhtemelen. Ama bana iyi geliyor onları düşünmek. Sonra o çok hasta olduğum, biz misafirlikteyken anneme getirilen buzlu suyu o arkasını dönüverince hüüp diye içişimin gecesini düşünüyorum. Bademciklerim şişip nefes borumu kapatmıştı da, nefes alamaz alamaz nefes almıştım hep. Geceyarısı telefonla uyandırılan doktor "Kalemle delin boğazını" demişti de, annem kıyamamıştı bana. Sabaha kadar havlu ütüleyip sırtıma koydu, Viks sürdü çocuk göğsüme. "Ağlama kızım, bak iyi gelecek, ağlamazsan düzelecek."İnandım ağlamazsam düzeleceğine. Anneler söyler, biz inanırdık. Bildiğim en uzun ağlamayı ağlamak isterken o gece, ağlamadım. Annem düzelecek dedi, demek ki düzelecekti. Düzeldi.

Annem tembih ederdi biz bir yere gitmeden önce. "Yaramazlık yapma, yanımdan ayrılma. Uslu otur, tamam mı?" Tamam. Hep tamamdı. Çünkü en ussuz oturmak istediğim zamanlarda, annemin gözleri hatırlatırdı bana usumu nerede bulacağımı. Eve dönünce sorardım "Anne uslu durdum mu?". "Durdun kızım, aferin. Çok olgundur benim kızım." Öyle önemliydi ki annemin aferini. Ağlamazsam geçeceğine inanan yanım, yaşından olgun olmayı da iyi bir şey sandı.

Çocukluk anılarımı ziyaret ediyorum son günlerde. Hepsi anneme çıkıyor. Belki hatırlamaya ihtiyacım var kuşatıldığım sevgiyi. Belki zor geliyor... Kesinlikle zor geliyor uzağında olmak. Olacak olmak. Ama olmak lazım. Bir var olma biçimi olarak olmak.

Sonra...

İşte böyle, kar yağıyor durduk yere sonra. Gidip gidip geri geliyor kar. Zaafına yenilen bir sevgili gibi. Terk edemiyor ama mütemadiyen terk etmeyi deniyor şehri. Ne zaman kar yağsa, ben durup seyrediyorum. Nasıl ki bir insan konuştuğunda, susup dinliyorum. Öyle durup seyrediyorum. Bir kelimesi var karın, dilimin bilmediği. Ama aklımın bir yeri biliyor o kelimeyi. Ben çekiliyorum kenara, onların birbirlerini bilmelerini seyrediyorum. Gidip gidip gidemeyen bir sevgilinin hep geri gelmesi ve bilinmenin sefasına kendini bırakması gibi.

Öyle... Bu aralar sık sık annemi düşünüyorum.





2 yorum:

stefan dedi ki...

uzun mektupların tadı var annelerde. her dönülen köşelerde geriye baktıran bir koku gibi.
uzun mektuplar yaz bana.

V.yaka dedi ki...

Şimdi sen geliyorsun ya. Sonra ilkgençliğim geliyor, oturuyor aramıza. Bir sana bakıyor biz konuşurken, bir bana. Şehla bakışlı içler geçiriyor bazen. Gözlerinde hayranlık okuyorum sanki. Okumak istiyorum belki de. İlkgençliğim seviyor seni ve senin yanındaki beni.

Demem o ki, evet, yazılası o uzun mektuplar.