14 Temmuz 2008 Pazartesi

elimize değen ölür

henüz ayırdında değildik görmek ile bilmenin... bize de anlatılıyordu "birgün anlarsın"lı masallar ama biz, o gün geldi ve biz anladık sanıyorduk. habersizce dünyanın ne de çok kirlenebileceğinden daha, olup bitenden kendimizi sorumlu tutuyorduk. nazım hikmet'in 'japon balıkçısı' alıyordu sızısını yaralarımızın... mazoşist bir lezzetti bizi mısralara bağlayan. bir özgürlük marşı söyler gibi tekrarlıyorduk bir ağız; balık tuttuk yiyen ölür, elimize değen ölür, çürük yumurtadan çürük, benden yapacağın çocuk, bu gemi bir kara tabut, badem gözlüm beni unut, boynuma sarılma gülüm, benden sana geçer ölüm, balık tuttuk yiyen ölür, birden değil ağır ağır, etleri çürür, dağılır... aynı mısrasında şiirin, parlıyordu gözlerimiz; elimize değen ölür. çocuklar doğdu, yumurtalar sağlam çıktı... ölümcül olmayan sebeplerden dağıldı elimize değenler... insanlar bizi kendi kirlilikleriyle akladı. aklımızdaki beyaz, bir uzak hayale çaldıkça; karalar kaplamış dünyanın alnında parıl parıl parlayan iki açık gri noktaya dönüştük. iki noktayı birleştirince ortaya çıkan doğru sıratımız oldu, sırt sırta yürüdüğümüz...

Hiç yorum yok: