12 Aralık 2011 Pazartesi
ben kendi fikrimi söylüyorum.
Buyrun, tanışın. Yeni paravan cümlemiz. Saldırgan cümleler kurduğunuzda "hoop hemşerim" mi deniyor? Hemen ekleyin bir "taam da o benim kendi fikrim ki", akan sular duruyor. Kafa göz girdiğiniz bir adama "iyi ama bu benim yumruğum" demek gibi. Ama yeni moda böyle. Biri "bu benim kendi fikrim" dediğinde, artık kimseye söz düşmüyor. Kendisiyle fikri arasında sıkış tıkış oturuyorsunuz gayrı. Öyle de güzel bir yer hayat.
8 Aralık 2011 Perşembe
apologize for who you are
...benim sandığım kişi olman lazım. değilsen çok pis yargılarım. dışlar, öteler, pişman ederim. kendin olacağına hiç olmayı seçersin, öyle beter ederim.
...ben daha iyi bilirim. senden, ondan, ötekinden. herkesin her şeyini herkesten daha iyi bilirim. her konuda bir fikrim vardır benim. ve dediğim yapılsın isterim. illa itaat.
...eğer şimdi izin verirsem kim olacağını seçmene, sonra daha neler istersin kim bilir. yok öyle kafana esen kişi olmak. yok öyle hayal kurmak, kanatlarını açmak. hişt, pıst, hmm. öcülere veririm seni.
...nereden çıktı bu yeni akıllar? bize kim olmamız söylendiyse o olmuştuk. nedir şimdi bu hayatını kendinin sanmalar? sonunuz kötü sizin. eğer engellemezsek...fena.
...tabi ki gülecek oynayacak koşacaksın. ama bahçende. her şeyin bir haddi hududu var. 1'e 2 bahçe, nene yetmiyor?
...iyi çocuk ol bakiim. söz dinle. eğ başını, kır dizini. dediğimi yaparsan aferin veririm sana. öyle de yağlar ballarım, ben seçtim sanırsın.
...sizi kendini bilmezler sizi. sizi belki de vardır başka bir yolu sananlar sizi. yok başka yol mol. sus, otur, yürü, mutlu ol. bu bir emirdir.
...küçül, ufal, değiş. sana biçtiğim elbiseye gir. sığmayan yanlarından utan. içine çek. sakla. saklan. ört, kapat, yok et. gözüm görmesin, def et.
2 Aralık 2011 Cuma
29 Kasım 2011 Salı
scent of a past life
Eskiden kullandığım bir parfüm bulaştığında ellerime, kokusu geçene dek o kişi oluyorum. Anıdan insanlar beliriyor yanıbaşımda, duruyoruz. Geçmiş etrafımızda dönüyor. Seyrediyoruz. Tekrarlanıyor yanlışlar, hatalar, doğrular, yine olsa yine yapardımlar. Daha uzun susuyoruz.
27 Kasım 2011 Pazar
Debdebe
Söyleyecek sözlerim, söylemeye başladığımda kaçan heveslerim var. Ve her nasılsa galip gelmeyi başaran vazgeçmişliğim. Öyle ki, kıpırdanmaya niyetlenmeleri dahi mahcup ediyor.
Hayatımı toparlamak odamı toplamaktan geçiyor gibi. İçimde bir yer buna inanıyor. Şu odaya bir el atsam hali asılı aklımın ortasında. Etrafından dolaşıp devam ediyorum güne. Atmak, kurtulmak, hafiflemek, ardında bırakmak yardım edecek sanki bana. Hareket etmek kolaylaşacak. Mümkün palazlanacak.
Rutinlere sarıyorum kendimi. Bilinen yollarda yürürken düşünmeye gerek olmuyor. Düşünmeyen beyin soru sormuyor. Neredeyse inanıyorum kendime. Neredeyse...
Sonra bir sözlükte öylesine rastladığım bir kelime gibi beliriyor aklımda 'tutku'. Öyle; 14 punto, times new roman, italik. Hacimden ve gölgeden yoksun -ki gölge varlığın belirtisi- Heyelan başlıyor. Kendini eğlemek güçleşiyor sonra. Debdebe. Aklım beni rahat bırakmıyor. Ne hiç olmak kabil şimdi, ne var kılmak kendimi bildiğim yollarla. Ben yokluğun idrakini içiyorken yaşanana da hayat diyoruz.
24 Kasım 2011 Perşembe
Let go
İnsanların yalnızlıklarından bahsetmeleri yalnızlığıma dokunuyor. 15 yıldır yalnızım, dedi bir kadın. Ailesinden, arkadaşlarından, kalabalıklardan değil, yalnızlığından bahsediyordu. İki kez boşandım, ikisi de ölü benim için derken, belki biraz da yalnızlığı seçmişliğinden geçiyordu kelimeleri. Ve sonra, seçiminin elinde çektiklerinden...
Nerede unutuyoruz seçimlerin değiştirilebilirliğini? İçinden geçtiği günleri, özellikle de "başıma gelenler" hanesini kendi içinde nasıl anlamlandırdığını açıklarken, belki de yalnız bir kadın olduğum içindir, dedi sıklıkla. Evine musallat lanet bir kiracıdan bahseder gibi... Salonun pek güzel ışık alan o en güzel kanepesine kurulu, yavuz hırsız gibi... Öyle mustakil bir varlık, kendi ötesindeki her şeyden bağımsız bir karakter, karşı koyulamaz bir "başka yolu yoktu" gibi. Hikaye odur ki, hep vardır başka bir yolu.
Şimdi, bir hayat bu ve akıp bitiyor. Öyle arada bir durup aman akıp bitiyor demekle de bir zıkkım olmuyor.
Nerede unutuyoruz seçimlerin değiştirilebilirliğini? İçinden geçtiği günleri, özellikle de "başıma gelenler" hanesini kendi içinde nasıl anlamlandırdığını açıklarken, belki de yalnız bir kadın olduğum içindir, dedi sıklıkla. Evine musallat lanet bir kiracıdan bahseder gibi... Salonun pek güzel ışık alan o en güzel kanepesine kurulu, yavuz hırsız gibi... Öyle mustakil bir varlık, kendi ötesindeki her şeyden bağımsız bir karakter, karşı koyulamaz bir "başka yolu yoktu" gibi. Hikaye odur ki, hep vardır başka bir yolu.
Şimdi, bir hayat bu ve akıp bitiyor. Öyle arada bir durup aman akıp bitiyor demekle de bir zıkkım olmuyor.
7 Kasım 2011 Pazartesi
dance me to the end of love
Bir kadın seyrettim bugün. Yanında olamadığı için canın yandığı babasından bahsetti. Başı dönüp düştüğü yerde 5 saat kalan, kendine gelince kalkıp olmaz bir şey diye iki gün boyunca bir daha, bir daha, bir daha düşen babasından. Diğer odada, çıkamadığı yatağında nerede kaldı acaba diye kocası için meraklanan karısını bırakıp hastaneye gitmek istemeyen, şimdi hastanede yatan babasından. Babasının, eşi ölünce babaevine dönen, "ben ölünceye dek bu ocak tütecek" sözünü verdiği için kendi babasına, oğluyla Almanya'ya gitmeyen annesinden. Ve artık tütmeyen ocaktan. Her "babam" dediğinde, bir "babam" ağladı içimde. Ki benim canım babam, arkamdaki koltukta oturuyordu. -Eşiğimsin acı ama gelme n'olur.-
Babasına verdiği sözü göğsünde, oğlundan evladından arda kalan boşluğa basan hanımın adı Semiha'ymış. Önce birinci, sonra ikinci dünya savaşının içinden yürümüş. Toplayıp valizlerini Almanya'ya gidişlerini seyretmiş ev halkının, gitmeyin diye diye. Sözüne sarılıp kalmış. 30 yıldan fazla olmuş O gideli buralardan, 115 yıl üstüne. Ekmiş, biçmiş, yemiş, yedirmiş...yaşamış. Tüttürmüş baba ocağını. Sonra sönmüş kandiller. Hala da yanmazmış o evde. Ev, beklermiş orada ama...belki biri gelir de yeniden nefes üfler diye.
Bir genç kız seyrettim sonra. İlk aşkı ışıl ışıl gözlerinde. Masalının ucundan tutmuş, peşinden havalanmaya öylesine hazır. Ve havalanacak, biliyor. Nasıl ki su kaynar 100 derecede, öyle bir bilmekle biliyor. Senin olsun istediğin o hayat burnunun ucunda durmuş gözlerinin içine bakarken, nasıl titrersen baştan ayağa yaprak gibi, öyle teslim. Sanki geri kalan 7 milyar duraksasak bir an biz, o hepimize yetecek kadar inanabilecek.Öyle...
Geçtim aynanın ötesine bir an. Hayat nasıl aşktan ibaret olmaz ki, dedi ayna. Ya aşktan ya aşksızlıktan müstakilsindir. Hastasındır, ölüm vardır, açsındır belki. O zaman tamam. Durulur biraz. Ama gelir ve geçer bunlar. Geriye ya aşksızlık kalır, ya aşk.
Sonra bir tweet okudum, pek güzel güldüm, geriye o kalsın istedim.
"Bu dünyada aşık olduğu insanla birlikte olabilenler var. Vay şerefsizler..."
Babasına verdiği sözü göğsünde, oğlundan evladından arda kalan boşluğa basan hanımın adı Semiha'ymış. Önce birinci, sonra ikinci dünya savaşının içinden yürümüş. Toplayıp valizlerini Almanya'ya gidişlerini seyretmiş ev halkının, gitmeyin diye diye. Sözüne sarılıp kalmış. 30 yıldan fazla olmuş O gideli buralardan, 115 yıl üstüne. Ekmiş, biçmiş, yemiş, yedirmiş...yaşamış. Tüttürmüş baba ocağını. Sonra sönmüş kandiller. Hala da yanmazmış o evde. Ev, beklermiş orada ama...belki biri gelir de yeniden nefes üfler diye.
Bir genç kız seyrettim sonra. İlk aşkı ışıl ışıl gözlerinde. Masalının ucundan tutmuş, peşinden havalanmaya öylesine hazır. Ve havalanacak, biliyor. Nasıl ki su kaynar 100 derecede, öyle bir bilmekle biliyor. Senin olsun istediğin o hayat burnunun ucunda durmuş gözlerinin içine bakarken, nasıl titrersen baştan ayağa yaprak gibi, öyle teslim. Sanki geri kalan 7 milyar duraksasak bir an biz, o hepimize yetecek kadar inanabilecek.Öyle...
Geçtim aynanın ötesine bir an. Hayat nasıl aşktan ibaret olmaz ki, dedi ayna. Ya aşktan ya aşksızlıktan müstakilsindir. Hastasındır, ölüm vardır, açsındır belki. O zaman tamam. Durulur biraz. Ama gelir ve geçer bunlar. Geriye ya aşksızlık kalır, ya aşk.
Sonra bir tweet okudum, pek güzel güldüm, geriye o kalsın istedim.
"Bu dünyada aşık olduğu insanla birlikte olabilenler var. Vay şerefsizler..."
The Civil Wars
Dance Me to the End of Love
21 Ekim 2011 Cuma
to something, to someone
We walk alone through this world, but if we’re lucky,
we have a moment of belonging to something, to someone,
that sustains us through a lifetime of loneliness.
The Bronze Horseman
Tatiana And Alexander
Paullina Simons
19 Ekim 2011 Çarşamba
kimseler görmeden yar oy
İnanmanın fazladan çaba gerektirmediği yıllardı. Ömrümün bahar dalları arasında yürüyordum. Durup durup içime çekiyordum güneşi. Bulutlar uzakta, mümkün yakınlarda yaşıyordu. Kapı komşusuydu beş çaylarımız. Daha çok vakit var sanmalara gitmiştim ben, hemen dönecektim. Bir usul ırmak gibi akıyordu yaşamak oysa. Ben penceremden mevsimleri seyrederken pofuduk battaniyeler altında... Avuçlarım kahve sıcağı, dizlerim kucak dolusu kitapken... Havalanıyorken içimin hayalkırıklığından bîhaber kuşları, kanatlarının ucunda kelimeler... gökler fırtına topluyordu arka bahçemin bittiği yerde. Çitlerin, selvilerin ve duaların arkasında, korunaklıydım. Sanmam ki dualar çatırdasın...ihtimal, selviler aralandı ve içeri sızdı fırtına. Sonra perde. Sonra keder. Sonra gerçek.
Aynı pencereden seyrettim her şeyi aşkla açıkladığım mevsimin bitişini. Açıklanamaz vakitler tuttu sonra sokakları. Mümkün taşındı civardan. Yüzü vazgeçmeye dönük bir belki, eklemleri inleyen salıncakta sallanmakta şimdi. Zincirleri kavrayan parmaklarının arasından geçiyor hala o ırmağın sesi.
Suyuna aspirin atıp vazoya koydum gerçeği ben. Seyrediyorum.
14 Ekim 2011 Cuma
Oh sonsuzluk
Joaquin, gel seninle bir anlaşma yapalım. Dostum siz dans edin, hep dans edin, sadece dans edin. İyi ki Saba Tümer'in programına katılmak diye bir meslek yok. İnsanların hayallerini yıkmaktan içeri alırlardı sizi kuzum. Ama belki o kadar da kötü bir şey olmazdı bu. Hep içeride kalırdınız. Dans ederdiniz, dans ederdiniz. Oh sonsuzluk...
6 Ekim 2011 Perşembe
çatış-ma
Sadece çatışmanın getirdiği duygusal yükü taşıyamadığın için geri adım atmak ne kötü fikir. Sonra geri adımlar geri adımları davet eder ve bir geri adımlar ülkesi olur, kalır insan. Canı yandığında canının yandığının canını yakan olmak can yakıyor yine de. Hayat böyle karmakarışık bir yer işte.
4 Ekim 2011 Salı
26 Eylül 2011 Pazartesi
yirmi
Çok küçüktüm. Her sabah onu görürdüm. Akşamları ayrılmak tatsızdı. Ama her zaman yarın vardı. Sonra daha az küçük olduk. Ne zaman başımı çevirsem oradaydı. Henüz kesilmemiş bir kol gibi, omuz başımda. Her gün onun gülüşüyle başlar, her akşam bir sonraki sabahın sözünü taşırdı. Mevsimlerin yüzünden geçişini seyrettim. Elimi hiç bırakmadı içinden geçtiğim mevsimler boyu. Sadece bana saklı bir gülüşü vardı. Gözleri ışıl ışıl parlardı bana her bakışında. Parmak uçlarımdan taşıp yerlere dökülen mutluluklar bırakırdı avuçlarıma. Birlikte inandık daha güzel günlere. Sonra günler gelip kapımızı çaldı. Beyazın değdiği en güzel kadındı. Acıydı hoşçakal demek. Sıcak asfaltta yalın ayak koşmak kadar acı. Ama gitti. Yine gelmek için. Bana bu geceleri, ertesini günümü kızıl ateşler gibi tutuşturacağını bilerek uykulara dalamadığım geceleri yaşatmak için. Hoş gel, sefam olsun.
12 Ağustos 2011 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)