Yalan güzel değil ya, gerçek de değil bazen. Bazen gerçeğimsiz bir an düşleyebilirim. Alaycı bir nefes verişin elinde çelimsizleşirim sonra. Gerçeğin ağırlığını üstüme örter, çekilir hayat. Aferin.
27 Mayıs 2013 Pazartesi
lying is underrated
Belki de insanların bahane duymaya ihtiyaçları vardır. Yalanın lafı bile olmaz bazen belki de. Gerçekten kim ne fayda görmüş ki? Belki de "Neden aramadın? Neden gelmedin? Neden yoktun?" kesiklerine "Yapamadım. Edemedim. Hep benim dışımda sebeplerle engellendim. Yoksa ben istemez miydim?" basın istiyordur insanlar. Belki de "Haklısın. Alıyorum sorumluluğunu yokluğumun." sadece derinleştiriyordur kesikleri. Belki de bir sebebi vardır bu kadar yaygın olmasının bahanelerin. Belki de gerçekten koruyorlardır bizi...gerçek acıdan. Aldığı darbeyi hafifleten hava yastığının arkasından "Aman canım içleri hep hava civa dolu bunların" diye atıp tutmaz insan sonuçta. Var demek ki elini sallasan elli bahaneye çarpmanın bir nedeni. Da...ben bilemedim işte. Haklısın, dedim. Haklılık arttırdı üzerimdeki hakkını sanki. Ağlamaya başladı. Arttı haksızlığım, haklılığını onayladıktan sonra. Kendini savunamayan, savunmayan, savunmamaya inanan bütün insanlar bir kuyruk oluşturdu zihnimde. Ben de içlerinde bir yerde. Boynumuz eğik. Haksızdık. Sorumluluğu almıştık. Tek sıra. Suskunluğumuzdan besleniyordu sanki bizim dışımızda herkesin suçlayan sesleri. Gittikçe küçülüyordu omuzlarımız. İçimizden biri "Yaptım ama bir sor neden yaptım?" dedi. "Ama çünkü...ah hem sen nasıl getirebilirsin bunu aklına, beni hiç mi tanımadın?" Zavallılığına rağmen, hepimize iyi geldi bu yalan. Daha iyisini de yapabiliriz, dedik. Sesimiz yükseldi yalanlarımızla birlikte. Sonunda, biz bile inandık kendimize. Haklıyla haksız yer değiştirdi gözlerimizin önünde. "Canıııım. Sen yapmazdın, ben biliyordum."lar sardı bizi sonra. Kanayan bir yaraya tampon basmışsın gibi kuvvet kaybetti acı. Yalan iyi geldi. Demek ki, var bahanelerin bir nedeni.
Lakin, zihnimdeki senaryodan farklıydı bugün yaşadıklarım. Ben "Haklısın"da kaldım. Haklılık hiçbirimize iyi gelmedi. Gönüllerimiz kırık kalktık o sofradan. Bir buruk tat ki, tekrarına tövbe ettiren.
Lakin, zihnimdeki senaryodan farklıydı bugün yaşadıklarım. Ben "Haklısın"da kaldım. Haklılık hiçbirimize iyi gelmedi. Gönüllerimiz kırık kalktık o sofradan. Bir buruk tat ki, tekrarına tövbe ettiren.
21 Nisan 2013 Pazar
Shhh...I've got you. I've got you...
Önce güvenmeyi öğreteceğim sana, sonra bunun bir hata olduğunu. Pişmanlık nasıl damlar kendi parmak uçlarından insan hayatına, göreceksin. Sonra bir daha geleceksin dünyaya, bir daha mahvedeceksin. Ama bu farklılar saracak aklını. Yine yenileceksin. İzafiyet teorisinden elbiseler içinde yanlışlarını aklamaya çalışananlar... Toplanın, bak ne diyeceğim... Mutlak yanlış diye bir şey var. Birbirine bakan aynalar içinde, tahayyül edilebilecek her paralel evrende ve yedi hayatın yedisinde de yanlışı seçmek diye bir şey var.
19 Nisan 2013 Cuma
Hüznün ho ho ho'su
Pardon bayım, bakar mısınız? Beyaz sakallı, tıknaz bir adam gördünüz mü buralarda? Şu boylarda, kırmızı paltolu... Kızağı olmalı hediyelerle dolu. Yıl boyu uslu durur çocuklar. Noel gecesi uyurken onlar, biz düşleri bırakırız bacalardan. Bir düşün karşılığı ancak kendinden olabilir. Başka bir düş. Düş kurmak üzerine kurulur bizim hayatlarımız. Bir de düşsüz kalmış hayatlar var, onlar daha korkutucu bayım. Karanlık bir gecede, hayali geyiklerin çektiği kızaklardan daha korkutucu. Dolunayda parlayan kurtadam dişinden ve kırmızı başlıklı kızın naifliğinden de. Kibritçi kızın son kibritinin sönmeye yüz tutmuş alevinden. Yan yatmış cam bir ayakkabıdan basamaklara dökülen hüzünden. Beni bırakma'dan. Kimi hüzünler bayım, ahşap evlerin aralık tahtalarında saklanırlar. Bu yüzden her şehrin farklı bir kokusu var.
18 Nisan 2013 Perşembe
Ayaklarım küçüktü ve yol uzun.
Büyüyünce denizci olacaktım. Abim gibi. Annemin diktiği iki gömlekle bir pantalonun yanına koydum denizcilik hayallerimi. Babamın yaptığı tahta sandığı kapatıp yola çıktık. Patika boyu yürürken ara sıra dönüp gittikçe küçülen evimize bakıyordum. Babam odun kesmiyordu avlunun az ilerisinde ve annem su çekmiyordu kuyudan. Isınma telaşından ve susuzluktan ötelerdeydiler şimdi. Kolunu omzuma attı abim, Hadi, dedi. İnandım. Daha bakamadım.
17 Nisan 2013 Çarşamba
push 'n pull 'n clash
Çikolatalı dondurma severim ben. Bazen vanilyalı ister
canım. Alırım. Aklım çikolatalıda kalır. Güzel gülüyor diye de sevebilirsin
bir adamı. Muziptir haytanın gözleri. Keyifli bir
adamdır. E kolay değil karşı koymak serserinin öylesine. Vanilyalı dondurma da
pek ala bir yaşam biçimi olabilir. De işte... benim aklım, bana meydan okuyanda
kalır. Aynıyla cevap verdiğinde bakışlarında tutuşan o ateşi özlerim. Misliyle
gelişini. Karşılık bekleyişini. Aldığında, yüzüne usulca yayılan o gülümseyişi. Ötelere ve daha ötesine sürükleyişini. Push and pull and clash.
16 Nisan 2013 Salı
In the middle of...oh
Yan yana durmak bizi bütünlemiyor ya da daha güçlü kılmıyordu. Kendi başımıza da yeterince güçlü, yeterince bütündük. Kolunu bedenine birleştiren kıvrım tam da omuzlarımı sarsın diye yaratılmış filan değildi. Pek çok omuz geçmişti o kıvrımdan ve beni saran niceleri olmuştu. Bana dokunduğunda, dünyanın yörüngesi sarsılmıyor, melekler bulutlar üzerinde toplanıp şarkı söylemiyordu. Kaldırımda rastalanabilecek herhangi bir sonbahar yaprağı kadar yalındık. Üzerimize basmak isteyenler de oluyordu, olmadık anlamlar yüklemeye kalkanlar da. Üstünde durmuyorduk. Olduğumuz kadar olmak yetiyordu bize. Başkalığımızdan gelmiyordu doygunluğumuz. Kendiliğimiz epeydi. Hayatın farklı yerlerinde ikimiz de öğrenmiştik; mümkün dediğin, kendi halinde akan bir nehirdi. Yolunu buluyordu. Yollar birbirimize çıktığında ise ne telaşlandık, ne de kutsanmış hissettik. El ele tutuşup devam ettik yürümeye. Hepi topu bu kadardı iki insanın birbirinden alacağı.
25 Mart 2013 Pazartesi
bir şehri bir adamın hatrına sever gibi
şimdi burada saat altı
ve neredeyse bahar
azıcık aydınlık pencere
azıcık karanlık oda
hani aşk olsa kapıdaki
hikaye tamam.
bir isim
bir tebessüme eşitse
serin ikindi üzeri
taş sokağa karşı içilen
kahveye emsal
tütüyorsa burnunda
ne yakıyor
amma ne yakıyor
ne de yakmıyorsa
vakittir.
dem kıvam.
hal hal üzere
gerçeği cebinden çıkaran hal
her hal üzere.
tutula nefesler
ve sonra sükut.
göğsünde
gümbürtü.
kulağımda
terennüm.
sükut.
21 Mart 2013 Perşembe
I'm sorry, I just said goodbye to someone
biraz daha sessiz lütfen. seni benden saklıyoruz. ürkerim fark edersem. yokmuş gibi olmalısın ki ben var kalabileyim. küçük yalanlar biriktirdim, bu köşedeler bak. yanına oturup inanır gibi yapabiliriz istersen. vakit geçer. şu köşedekiler hiç yokmuş gibi davrandıklarımız. onları biliyorsun zaten. etraflarından dolaşalım, gel. gördün değil mi, ne kıvrak adımlarımız? alışığız görmezden gelmelere. şurası arka bahçe. oraya hiç ilişme. her mevsim başka bir şeyi hiç de öyle değilmiş gibi yaşarım ben. öyle olduğunu kabul etmekten başka yol kalmadığında da, getirir buraya bırakırım. mümkünse hatırlamam bir daha. bir punduna getirip sızarlarsa kapının altından, geçsin diye beklerim. geçer de. geçmeyen ne var? neonlarla yazınca tartışılmaz oluyor gibi kelimeler. inanmak dışında elimizden ne gelirse yapıyoruz inanmak için. sonra biri geliyor, orta yerinde duruyor hayatlarımızın. bin yıllık gelenek var geride, gelene git denmez. etrafından dolana dolana yaşıyoruz biz de. elde kalana da hayat diyoruz.
17 Mart 2013 Pazar
on üç otuz iki
Önce uyumam gerek konuşabilmek için. Sert bir cisimle enseye indirilen darbe de işe yarar kimi filmleri referans alırsak. Siyah bir perde iner karanlıktan dokunmuş ve duvarlar kalkar. Duvar engeli temsil eder yeryüzü teorilerinde. Yeraltına inildiğinde, emniyettir duvar. Emniyet bazen kısıtlar. Duvarların arkasına dair, kendi duvarlarının kendinin olan arkasına dair fikir yürütemez olursun sonra. Her olasılık eşit kuvvette olur. Bir fizik problemine döner hayat formüllerini bilmediğin. Duvarlar kalsın istersin o zaman da. Tanımlanabilir olanı tanımlanamaz olana üstün tutan zihinlerde duvar, x ve z bilinmezliğine evladır. Evla olan sıkıcı da olabilir. Bilmemeyi özler kimi zaman da hal. Haldir işte olan biten. Hallerden hallere geçiştir bu sancı dediğin. Sancımadan büyünmezmiş. Büyümeyi de kim iyi bir şey sandıysa. Anlam değişirmiş. Kıtalar aşmak gerekmez üstelik anlamları değiştirmek için. Senden bene, benden başka bir bene geçmek yetermiş. Beden dediğin, benler malikanesi. Işıkları açın. Karanlık görkem ürkütür. Tanımlama düşkünü zihinlere oyunlar oynar aydınlık. Bildim sanırlar. Sanrılar emniyet hissi doğurur. Halbuki tehlike ışıklar içinde. Tam da bu sebeple ışıkları sönmeli zihnimin ki konuşabileyim. Yeterlilik fiili. Konuş. Abilmek. Bir yaşımdan beri yaptığım bir eylem için ağır ek. Annem anlatır ilk yaş günümde hangi elbiseyi giymek istediğimi söyleyecek kadar konuşabilidiğimi. Derdimi anlatacak kadar yani. Derdini anlatmak fiilinin yeterlilik hali o yıllarla sınırlı. Sahrada kız çocuğu muamelesi görür derdim ondan sonra. Gün ışımadan uykusundan uyandırır, gözlerinde kazdığım mezara gömerim kimseler sezmeden. Duvarlar bu yüzden var. Hangi sahip mezarlıktan müstakil bir arka bahçeye bakmak ister? Duvarların ötesi bizden değil. Mezarların derini söze ermez. Uyuyun. Ciğerlerine kum dolmuş bir yazgı bizimki. Modern tıp ölüm saatimizi ilan etti. Yüzümüzü kapladı mavi hastane örtüleri. Uyku çoğalttı bizi. Şimdi konuşabiliriz.
24 Şubat 2013 Pazar
29 Ocak 2013 Salı
yol bir dakka miktarinca
Uzakdoguda, ay takviminin sonunda kutlanan isik festivalleri varmis.
Bir kagittan fener yakar, gokyuzune birakirlarmis,
to let go of the past selves and get a new one.
Yaktim bi'tane.

Dize geldim, kiyamadi diz bana, basimi yasladim uykulara
Kiminse bu zifir, alabilir benden artik. Ellerim yuzum kara. Bulandim ben. Boyandim ben. Tamamim. Kimdense bu zehir, alabilir. Hucrelerime nufuz etti. Tuttu gecitleri, kimildayamaz kildi beni. Endiseye mahal yok, maglubum. Asilabilir kapima bu bozgun. Oyun bozmam.

trouble in breathing
Bu gece canim cok yaniyor.
Baskasi olmak kolaylasiyor.
Kimin acisina degsem, o oluveriyorum.
.
Kaldirimda oturuyoruz diz dize. Minicigiz ama dunya ustumuze ustumuze.
Unutuyoruz bir an, burunlarimiz cama yasli. Renkler akiyorken kalbine kalbine, unutmak kolay.
Icim kesik kesik yine de. Agliyorum.
Unutuyoruz bir an, burunlarimiz cama yasli. Renkler akiyorken kalbine kalbine, unutmak kolay.
Icim kesik kesik yine de. Agliyorum.
.
60 yil boyu seyrediyorum onu. Hayat etrafimizdan akip geciyor.
Gulusunden kendime pay bicmelerim hic bitmiyor.
Baba oluyor sonra, sonra dede, sonra hasta.
O ne zaman bir sey olsa,
Gulusunden kendime pay bicmelerim hic bitmiyor.
Baba oluyor sonra, sonra dede, sonra hasta.
O ne zaman bir sey olsa,
ben de ona eslikte baska bir sey oluyorum.
Gecen zamanin gucu ne?
Gecen zamanin gucu ne?
O bana boyle baktikca, hep o ayni genc kiz kaliyorum.
.
Omuzlarimiz kesiyor bu sopa ama boyle daha kolay.
Hem gulunce de ote kolay.
Hem gulunce de ote kolay.
Emek varsa ekmek de var.
Sukret sen. Sahip bilir.
Sahip lutfedendir.
O'na ne gucluk.
Tevekkeltualallah!
Sukret sen. Sahip bilir.
Sahip lutfedendir.
O'na ne gucluk.
Tevekkeltualallah!
.
Sonra biri elbisemden camasir ipine asiyor beni. Dunyayi bas asagi goruyorum. Yan asagi.
Gulmekten nefes alamiyorum ki. Dislerimi cebimde sakliyordum. Annem bana papuc alacak.
Dusup kaybolmasalar iyi. Yan asagi gulmek cok komik ama. Dunya yere dusuyor gibi oluyor.
Tutsam tutulmuyor. Nefesim bana bile yetmiyor. Guldurme bak altima yapicam!
.
Ucmaktan vazgectigin zaman dusmeye basliyorsun. Bir sure asili kaliyorsun havada, yanilma. Sen aslinda coktan
dusuyorsun. Isiklar yaklasiyor; sesler, renkler, hukum yaklasiyor. Sonra yer gelip yuzune carpiyor. Siyah.
Dipsizlik kendini yeniden tanimliyor. Dusmek kolay, carpmakla bitmek her zaman birbirini esitlemiyor.
dusuyorsun. Isiklar yaklasiyor; sesler, renkler, hukum yaklasiyor. Sonra yer gelip yuzune carpiyor. Siyah.
Dipsizlik kendini yeniden tanimliyor. Dusmek kolay, carpmakla bitmek her zaman birbirini esitlemiyor.
Yazik. Bitilemiyor bazen. Gayretin de sinirlari var. Citlerin uzerine yasli cenem, ruzgar basak
savuruyor. Mumkunun otesini seyrediyorum ben. Benim olmayanlarin yasini tutmaktan,
benim olanlara sira gelmiyor. Ben duserken, annem elini basimin arkadasina
koyuyor. Sefkat kendini yeniden tanimliyor. Durmuyor dusmem. Bazi
seyler basladi mi, bir daha iflah olmuyor. Umut etmisliginden
utaniyor gun. Utanci koyacak yer yok. Oyle yokluk.
Siyaha sukur. Bir karadelik dokuyor teninden.
Done done icine aliyor beni yokluklar .
Dusmek basladi mi, infilak
olmaksizin bitmiyor.
Sonsuzlukta
iflah.
iflah.
24 Ocak 2013 Perşembe
ben bir oyun uydurdum duma duma dum
Bak simdi. Mevsimlerden yaz. Bir cimenlik bulmusuz. Kus sesinden ve mini mini ciceklerden ibaret bir agac alti. Uzanmisiz da boyle. Canimiz gok cektiyse demek ki... Alabildigine bulut canina yandigim. Caprazlamasina da yatmisiz.Konusurken birbirimize, gulerken gokyuzune ceviriyormusuz basimizi. Komiksek demek...kacinilmaz olarak! Avuclarimizi cimenlere degdiriyormusuz. Biraz saga, biraz sola... Gidikliyor mu ne bizi bu cimenler? Daha cok kahkaha. Daha cok gok. Hafifmis hayat. Ayak bileklerimize dokunup kacan deniz gibiymis. Omuzlarimizdan asagi efil tiril dokulen bir tul sal. Kahkahalarimizin yukselip yukselip bulutlarin uclarina takilislarini seyrediyormusuz. Yapraklarin yesili golgeliyormus gunesi bazen, bazen azicik aralaniyorlarmis muzip muzip gulmelere. Gercekten oldu mu, yoksa hosumuza gitti diye kafamizdan mi uydurduk emin olamadigimiz hikayeler anlatiyormusuz. Bir guzele bin guzel katiyormusuz. Emin olmak cok da onemli degilmis hem. Guzel olmakmis muhim olan. Cimlere uzanmis guzellesiyormusuz. Benim olsa dedigimiz de olmayan, olmasa dedigimiz de olan hicbir seycikler yokmus. Her sey kararindaymis. Tam kararinda. Kararimiz mutlulukmus. Kararliymisiz da demek, keratalar bizi. Bir ugurbocegi tirmaniyormus elime. Parmaklarimi kaldirip gosteriyormusum sana. Ugurboceginin yolculugunu film yapmis, seyrediyormusuz. Serce parmaklarimizi degdiriyormusuz, elini elimden ayiramiyormus ugurbocegi. Hoooop, senin. Kirmiziymis. Azicik da siyah puantiyeli. Annesi terlik-papuc almis. Duyunca havalanmis. Arkasindan soyluyormusuz sarkisini. Uc, uc bocegim... Ucus ucusmusuz biz de. Telaseler hep ucus ucusmus.Gitmis, gitmis, gitmisler. Oooooo, bak ne uzaga gitmisler. Daha da buralara donebilemezmisler. Oh, ferah! Azicik serinlemis mi hava? Ruzgar titretmis mi icimizi biraz? E kalkip gidelim o zaman. Ucsuz bucaksiz bizim nasilsa. Kollarimizi aksamustune karsi acip yurumeye basliyormusuz. Ayakkabilarimiz elimizde... Yurudukce etrafimizi saran toz toprak komikmis sanki. Gulmelere doyamamisiz. Gun batimina yuruyen ucus ucus iki figurmusuz. Kalpleri golgelerinden daha hafif, usul, yumusak, keyif keyif, belli belirsiz iki figur. Tepeyi aşmışız ve hooooppppppuff!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)