kendimi en çok ne istediğimi bildiğim ve beni istediğim şeye götürecek davranış biçimini seçtiğim zaman seviyorum. kendime duyduğum saygı pekişiyor. kararlarımın, seçimlerimin, kazandıklarımın, kaybettiklerimin, özetle; yaşadıklarımın ardında daha rahat durabiliyorum böyle zamanlarda. mazeretlere ihtiyacım kalmıyor. en nihayetinde elimde patlasa bile, yürüdüğüm yol, yürümeyi seçtiğim yol ise, benimle hemfikir olmayanlara karşı gösterdiğim tolerans artıyor. kimseye neyi neden seçtiğimle ilgili hesap verme ihtiyacı duymuyorum. (bu son cümle fazla iddialı geldi kulağıma. gerçekten böyle mi bilmiyorum ama belki şöyle revize edilebilir; seçimlerimi açıklamak ya da onlara sahip çıkmak daha kolay oluyor.) ne zaman yürüdüğüm yol, seçtiğim yol olmasa... ne zaman tembellikten, ertelemeden, x'ten, y'den, z'den dolayı pek de inanmadığım bir yolda yürümeye başlasam, benimle hemfikir olmayan herkes sinirlerimi zıplatıyor. sanki herkesi ikna etmek, kendimi ikna etmenin bir yoluymuş gibi uzun uzadıya açıklamalara başlıyorum. ikna olmayanlara hırslanıyorum ve tükenmek tam da bu eylemin dönemecinde duruyor.
ağzımdan -ebilememek'li bir fiil çıktı mı, kırmızı bayraklar savruluyor gözlerimin önünde. "seni aramadım, özür dilerim"i, "seni arayamadım, özür dilerim"den daha asil buluyorum. asilliğini dürüstlüğünden alan bu ifade kişinin sorumsuzluğunu yadsımıyor ancak sorumsuzluğunun sorumluluğunu aldığının göstergesi oluyor. kötünün iyisi ancak maske yok. "bu kadarım" diyebilmek cesareti takdiri hak ediyor. o kadar sıkılmış durumdayım ki insandan çok bahaneye çarpmaktan, pek az insan gerçek kalabiliyor. ve ben gerçeği hergün biraz daha özlüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder