12 Eylül 2008 Cuma

mekân-ı sabâ

sabahları yürüdüğüm yollar, yüzüme vurmakta olan serin bâd-ı sabâ beni kendime getiriyor. sadece gözlerimle değil, bütün bedenimle uyanmaya başlıyorum. ne yazık ki; ruhumun serserilikleri gecelerimin peşini bırakmıyor ve göz kapaklarımın ağırlığına karşı koyamayana kadar direniyorum. böylece uykunun son demlerine kadar da ben sabahların peşini bırakmıyorum ve döngü 'işe yetişme telaşı içindeki karıncalar içinde bir diğer telaşlı karınca'nın hikayesi şeklinde gelişiyor. attığım adıma bakacak vaktim yok. yüzüme vurdukça ruhumu dalgalandıran rüzgarı karşılayacak vaktim yok. her şey bana çarpıyor, ben her şeye çarpıyorum ve akreple yelkovanın raksı arasında kendimi merkeze atmaya çalışıyorum. ardımdan bakakalıyor kaldırım taşları, rüzgar başımın üstünde bir sitemkâr dönüş yapıyor attığım o son adımda. hani sen öyle olmayacaktın, diyorlar ihtimal ki... hani sen günün batmaya döndüğü o morumsu akşam vakitlerinden mahrum bırakmayacaktın lavinyaları... hani yağmur yağsa ne zaman, kalbine düşeceklerini bilecekti damlalar... bîhaber kalmayacaktın sevdiklerini sevdiğine yollayan Akbar'ul Akbar'ın latif, şerif selamlarından... ihtimal ki...
biraz geceden, biraz da uykumdan çalmak, sabahlara karışmak istiyorum. etrafımda akıp giden karınca kalabalığında karıncalığın, kalabalığın, adımlarımın, kara gecede kara karıncanın adımlarının gölgesini bilenin bilgisinin ve selamının tadını çıkara çıkara, tenhaların sükûna gark ve aheste sabahlar istiyorum.

Hiç yorum yok: