5 Ağustos 2008 Salı
Sayın Kendim
Bazı yazıları yazarken hoşlanmıyorum kendilerinden. Kimilerinin sonuna not düşüyorum hatta; galiba bu dönüp okumaktan hoşlanmayacağım bir yazı olacak. Şaşırtıcı mı bilmem, genelde öyle olmuyor. Aman da ne güzel dizdim kelimelerden incileri kabilinden yazıları sıradan bulduğum, sıradanlıklarına tahammül gösteremeyip canlarına kast eylediğim de vakidir. Zaman geçtikçe mi kıymetleniyor o beğenmem dediklerim, bilmiyorum. (Bu pek şaşırtıcı değil, pek çok şeyi bilmiyorum. Kısaltması var ise tedarik edip adımın önüne katsak bilmezi yeridir desem yeridir, demek ki tam yeri.) Her şey de şarap değil ki kuzum, üzerinden zaman geçtikçe kıymet bulsun. Öyle olsa imal eder rafa kaldırırız elden ne gelse. Oysa cümleten bağlı olduğumuz bir tüketme telaşı alıp gitmiş. (Ki, laiklik nedir bilmez bir din gibi kendisi. Ilımlı mılımlı değil hasılı, mahalle baskısı o biçim... Esmerim de biçim biçim, biçim demişken.) Sanki üzerinden bir namaz vakti geçse eskiyor sözler. O kadar. Bir yerde okumuştum galiba, fast food yiyecek satan firmalar, ürünlerinin tümünü buzlukta yarı pişmiş vaziyette muhafaza ettiğinden ve pişirme eyleminin kalan yarısı, buzluktan çıkartılan ürünün kendi halinde çözülmesine vakit olmaksızın, siparişin hemen ardından hayata geçirildiğinden, bu yiyecekler 12 dakika içinde tüketilmek zorunda imiş. 12 dakika geçtiği taktirde, son kullanma tarihi geçmiş ürün misali bozulma eğilimi göstermekte imiş. Ben kelimelerin yalancısıyım. Hayatımıza hangisi daha önce girdi bilmiyorum (bak yine, hem de ne ustalıkla, o kıvrak salınışla bilmiyorum) lakin, fast food gıdalar, ayaküstü sohbetler, atıştırmalar, yatıştırmalar, kestirmeler, kısaltmalar ard arda geldi sanki. Hayat kendi kuyruğunu takip eden bir geçiştirme ritüeli gibi. Geçiştirip de yetiştireceğimiz yer ise, kestirmeli, kastırmalı bir diğer seramoni. İnsan sormadan edemiyor, "hiç düşünmez misiniz, sayın kendim?"
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder