21 Eylül 2008 Pazar

şimdiki zamanın hikayesi

planlanmadığı halde kendi kendini taşıyan ve damakta unutulmaz lezzetler bırakan günler vardır. dün gibi... sabah kendimi evden zorla çıkarmak suretiyle katıldığım toplantıdan ayrılırken şu cümleleri mırıldanıyordum;
"sevgili şeytan, bu mektubu sana balat'tan yazıyorum. belini kırıp evden çıktığım ve bu topluluğa dahil dakikaları ömrüne kattığım için çok mutluyum. kendime, senin şahitliğinde, nice 'şeytanın belini kırmalar' diliyorum,
nispetle..."
balat'ın yeniliğe yenilmemiş sokaklarında yürüdüm. biraz meyil, çokça arnavut kaldırımı... sıkıntılanılsa korur, sır saklansa kırılır gibi birbirinin üzerine eğilmiş kemerli evler arasından karagümrük'e çıktım. sağım edirnekapı, solum yavuz selim; istikamet padişah yolu... yavuz selim'i adımlayıp fatih'e, oradan vezneciler'e vardım. sonrası bir doyulmaz yolculuk... beyazıt camii'nin aynı penceresinin önündeki aynı halı motifinin üzerinde, aynı olmayan yüzüm ve aynı kalmayan kalbimle kıyama durdum. yıllar önce, her namaz sonrası o motifin üzerinde oturur, pencerenin çift kanadı arasından, yerini bir türlü kestiremediğim bir uzakta, yan yana duran iki kavak ağacını seyrederdim. rüzgara teslimiyetleri ve bir usul boyun eğişi andıran salınışları ruhuma sirayet ederdi sanki. bir dış ses tarafından dış dünyaya çağırılana kadar sükûta gark olurdum. dün aynı mekan, aynı hâl üzereyken, gözlerim uzakların iki kavağını aradı, yoktular. uzun uzun baktım çamların ardına. yerlerini, elimle koymuş gibi bilen gözlerime inanmadım ve sağ yönü, sol yönü taradım. pencere pervazına sokulup, uzun uzun baktım, yoktular. yenilerin yenilgisine mi kapıldılar, diye düşündüm. yaşlıydılar da yıkıldılar mı yoksa? yoksa... hiç mi var olmadılar. 'aynı kalmayanlarıma inat bir avuç aynı kalmışlığım'dan da yitirdiğimi fark ettim. başkalaşmışlığıma rağmen ardımda kalanların aynı kalmasını uman bencilliğimi fark etmeden, 'resmin parçaları eksilmekteyse, o resmin adı mazidir artık... hayat...' dedim, başını iki yana sallayan bir heyhat vurgusuyla.

sahafların içinden geçip kapalıçarşı'ya girince, balat'tan beri biriktirdiğim geçmiş, yüksek kubbelerin altına dağıldı. turist kalabalığı, ecdadın sesini duymayı kabil kılmadı. kapalıçarşı'nın bilmediğim sokaklarında, tanımadığım satıcılarla konuştum, daha önce görmediğim dükkanlara girip, bilmediğim kapılarından çıktım. ilk kez namaz kıldım nuriosmaniye camii'nde. insan beyazıt'ta onca yıl geçirir de, nuriosmaniye'de bir vakit namaz kılmaz mı? kılmaz. nasibinde yoksa, kılmaz. nasibin vakti gelince de alır alnının hakkını secdeden. görebildiğim kadarıyla cami içinin onda dokuzu iskelelerle kaplıydı. kadınlara ayrılmış, ancak on kişiyi alacak bir alanda on kadın, bu alanın ortalama on katının ayrılmış olduğu alanda ise dört-beş erkek namaz kılmaktaydı. ışıkları sönmüş, loş göğsüne demir iskeleler kurulmuş cami ne de garip kalmıştı. nasıl ki çocuk çığlıklarından mahrum okullar ıssız, insansız meydanlar yalnızsa, öylesine mahsundu nuriosmaniye...

cami avlusunun az ilerisinde çemberli taşı görüp, çemberlitaş'tan yürümeyi uzun bulan akılsız başımın derdini ayaklarım çekti ve beni ayasofya'nın alt yoluna çıkaracak arka sokaklara daldım. ardımda bıraktığım tevazuya inat, baktığınız takdirde dahi sizden bedel talep edebilecekleri izlenimini veren vitrinlerin önünden geçtim. çokça yürüdüklerinden olsa gerek, çokça yorulmuş bacaklarını alçak bir duvara yaslayıp gererek dinlenmeye çalışan üç turiste gülümsedim. içlerindeki en yaşlı adam, uzun beyaz saçlarıyla gülümseyişime cevap verdi.
nihayet sultanahmet... cami avlusuna en çok sevdiğim kapısından adım atarken, sağ yanıma aldığım çınara selam verdim. avlu; insan kalabalığı, kitap muştusu, bilmem kaçıncı kitap fuarı... ramazan aylarında sultanahmet'in üzerinde asılı duran bu uhrevi hava, insansız var olmazdı muhakkak. oraya adım atmış olan her bir kişi, oluşmasında katkısı olduğu bu birlik halinden payesini almakta sanki. en sevdiğim buluşma yerlerinden, şadırvan önünde, buluşmayı en sevdiklerimi bulup abâd oldum. sonrası suskun hamdlar, Şafi'ye yönelmiş dualar, sekinelerle ışıl ışıl bir gece...

yürüdüğüm yollardan;
birebir aynı ürünlerin, sokak sokak nasıl fiyat katlayabildiğini
yanlışlıkla size çarpan bir yabancının ellerinizden kavrayıp 'iyi misiniz' diye sorabileceğini
geçmiş günlerin hala kimi eski sokaklarda yaşamaya devam ettiğini
mazi dediğimizin sadece zamanla değil pekâla mekanla da iç içe olduğunu
günün bereketinin sabah dağıtılmaya başlandığını öğrendim.

2 yorum:

Mamisaphe dedi ki...

Yolculuğunda yanındaymışım gibi hissettim; tadı damağımda kaldı..

Nicelerine hayırla, sağlıkla İnşa'Allah..

V.yaka dedi ki...

yan yana, nicelerine İNŞALLAH canım...