20 Ekim 2008 Pazartesi

istemiyorum ben bunu, al götür su

neyse ki ruhum bilinçaltımda ikamet ettiği geceden koptu ve aramıza katılma emareleri göstermeye başlayarak bedenime geri döndü. 10 üzerinden 8 bizimle diyelim. içimde şelaleden taşan sel kalıntıları... off bilmiyorum. kafamda bir hodri meydan, bir uğur dündar... bir taraf "hallettik sandıklarınızın ne kadarı bilinçdışı sandıklarda zaptedilmektedir bilseniz onları halledilmişler hanesinden silerdiniz." hönkürmesinde. diğer taraf ise "buna hortlama deriz olsa olsa. bir nüks yaşandı diye -ki gül hatrınız kırılmasın diye verdik bu nüks payesini de, bir göz kırpması süresince meydanı tutmuş bir yanılsamadır bu ancak ve ancak- hiç iyileşmemiş sayılamaz kimse." demekte. olur mu efenimleri, bal gibi olur efenimler kovalıyor, hiç de bilelerin peşine pek ala da öyleler düşüyor... hodri meydanının ortasındaki anıtın gölgesinde dururken bu koşuşturmaya yetişemeyen uğur dündar'a acıyorum en çok. vakarla güneybatıya taranmış saçları dahi gizleyemiyor çaresizliğini. içimin meydanlarını katlayıp cebime koyuyorum ve uğur dündar'ı, olurcular ve olmazcılarla birlikte hodri civarında terk ediyorum. dilimde bir klişe replik "kimse bana ne yapacağımı söyleyemez." (kulakların çınlasın john locke. sen de ne yapamayacağının söylenmesine gıcıksın. cümlelerimizde bir olumsuzluk eki farkı var lakin ikimizde sınırlarımızın ihlaline alarm veriyoruz en nihayetinde.)
ceplerim meydan tenhalığı, yürüyorum. rüyamdan sızan şizofrenik bir yağmurla ıslanmakta olduğumu fark etmekle görmezden gelmek arasındaki kırmızı ışıkta duruyorum. (okuduğumda pişman olur muyum acaba yazdığıma? ama her yola bir araç gerek ve benim kelimelerim... arabam.. yolum... yolculuğum...) ışık yeşile dönerken bir daha sola ve sağa sonra tekrar sola bakma gereği duymadan karşıya geçiyorum. eskilerden; kötü rüyalardan "hayrolsun" deyip uyanan ve rüyayı suya anlatan, "istemiyorum ben bunu, sen al götür su" diyen kadınların zamanından bir kapı aralık kalmış. yazı akıp gidiyor, suyun akıp gittiği gibi. "istemiyorum ben bu rüyayı yazı, al götür sen bunu." (ne istediğini bilmek, gerçekten bilmek, hangi zaman kaymasında takılı kaldı? ben bu rüyayı isteyip istemediğimi dahi bilmiyorum. hoşuma gidenler de var mı acaba içinde? beni sarsa sarsa sersemleten bu hoşuma da teessüflerimle ayrıca... bana bir hoş ayarı lazım belli. "canım yanacaksa bir şey, hoşumun köküne kibrit suyu, canına cehennem..." demek yetmiyor mu her zaman? hoşumun bu basit formüle galip gelerek canımı yakacak olanı içeri buyur etmesi mümkün müdür ki? hoşa gidilir ama belki hoş evde değildir. evdedir ama yokmuşçuluk oynuyordur. perde aralığından görünce geleni açmıyordur kapıyı belki. hah, işte hoşumla uzlaştık burada. perde aralığından içi eriye eriye seyretmesine müsaade ediyorum geleni, lakin içeri almayacağına söz verdi.) ne diyordum, "sen al götür bu rüyayı suya yazılan yazı. bulan olursa hükümsüzdür, sorumluluk kabul etmiyorum."

Hiç yorum yok: