insan en kolay kendisini kandırıyor bu hayatta. bir uzmanlık da gerekmiyor doğrusu. "rejime pazartesi başlarım artık" deyip çikolatalı pastayı bölüveriyor çatalıyla. geçmiş "rejime pazartesi başlarım"ları arasında istatiki bir tutarlılık aramıyor. pazartesi başlarım dediyse pazartesi başlayacağına inanıyor. geçmişin güne taşıdığı tek şey, çikolatalı pasta görüntüsünün (ve kokusunun pek tabi ki) harekete geçirdiği tat hafızası. gerisi biyoloji...
alnınan kararlar, yapılacaklar listesi, aranacaklar listesi, cevaplanacak mailler, mesajlar listesi vs. vs. vs. teknolojinin sağladığı "arta kalan zaman"ı nasıl yöneteceğini bilmeyince insan, ruhundaki gizil temayül harekete geçiyor, tembellik. 500 yıl önce, insanların varacakları yerlere uzun yürüyüşler sonrası vardığı, her işlerini ellerinde, kendi emekleriyle yaptığı dönemlerde bir kişi hem cebire, hem kimyaya, hem geometriye, hem fıkha, hem kelama, hem de tıbba hakim olabiliyordu. aynı beyin yapısı, aynı nöron aktivitesi... tek bir alanda uzmanlaşmak dahi insan ömründen ömür götürüyor şimdilerde. çünkü her gün televizyon izlenmeli, takip edilen diziler aksatılmamalı, internete girilmeli, facebooka bakılmalı, onuncu kez aynısı gelen forward mailler silinmeli, yeniler başkalarına gönderilmeli, müzik dinlenmeli ve bu kadar yorulmuş beden arkasına yatıp şöyle bir uzanmalı. zira, dinlenmenin güncel anlamı hiçbir şey yapmamaya çok yakın. bu hengame içinde, kendimiz için yaptıklarımızın sayısı gittikçe azalıyor. ruhumuzu besleyecek yolları atlıyor, vakit bulamıyor, çok üzülüyoruz, ah şu vakitsizlik, vah! sonrası depresyon tabi... bir sohbet esnasında vardığımız bir kanıydı depresyonun icat edilmiş bir patoloji olduğu. icat edilmiş çünkü kendini eğleme ile ilgili donanıma sahip olmayan insan teknolojinin kendisine bıraktığı arta kalan zamanı ne yapacağını bilemiyor. ardından bir boşluk, e hayat böyle geçer mi fikirleri, böyle geçerse ben mutsuz olurum, mutsuz olursam nasıl umudum olur, yemeden içmeden kesilirim, uyku da girmez gözüme; menzil, majör depresyon.
kendini eğlemeyi bilen kişinin ne duydudurum ne de anksiyete bozukluğu yaşamayacağı yönünde bir fikrim var. evet, seratonin, dopamin, epinefrin vs. dökülebilir önüme. "bunlar azalırsa, bir kısmı da artarsa çaresiz depresyon, hangi kendini eğlemek." denebilir. ben de derim ki, harekette bereket vardır efenim. bir kişiye damardan dopamin de zerk edilebilir, haz alacağı eylemler planlanarak o eylemlerle meşgulken bedenin kendi dopaminini üretmesi de sağlanabilir. birgün, durup dururken eksilmiyor bu salgılar. önce insan kendine, hayatına yatırım yapmayı kesiyor bir vesile ile... vücut da olağan üretimi durduruyor. ondan sonra depresyon... bir de ikincil kazanç mevzusu var ki, ona hiç girmeyeceğim. yaşamlarını yakınmak üzerine kuran ancak yakındığı problemlerin çözümüne dair kılını kıpırdatmayan, adeta çevresinde gördüğü acıklı gözlerin "vah vah"ları ile beslenen insan tipi dedim ve geçtim.
yazının tonunu keskin buldum gözden geçirince ancak, insanın kendisinden vazgeçmesini anlayamıyorum, anlamamayı seçiyorum. vazgeçmek yapılacaklar listesinin son maddesi bile olmamalı. YARATAN umut kesmemişken yarattığından, hangi vazgeçmek?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder