15 Aralık 2008 Pazartesi

küs, barış

gözlerim yanıyor. ne zaman hayatım olağan akışının dışına çıksa bedenim tepki veriyor. yapma diyor bana sanki, ya da bir şeyler yap. ve ne zaman kendime kafayı taksam, işler daha da kötüye gidiyor. kendimle arama şu bir türlü olmayı beceremediğim 'kendim maketi' girdiğinde, yaptığımız barış antlaşması askıya alınıyor. kendimin elinden gelen hiçbir şeyi beğenmiyorum ve kendim de elinden gelenleri bile yapmıyor. uyuz olduğun biriyle aynı evde yaşamak gibi oluyor hayat bir süreliğine. kendimle yatıp kendimle kalkıyoruz, kendimle yemek yiyip kendimle film izliyoruz ama gıcığız birbirimize. o benim beğendiğim ayrıntıları iç sesim olacak alçak kahkahasıyla küçümsüyor ben de onu, bir türlü ideal kendim olmayı becerememiş bir kendim müsfettesi olduğundan dem vurmak suretiyle ayaklarımın altında eziyorum. birbirimize sırtımızı dönerek ancak bir olmaktan başka bir yol bilmeyerek devam ediyoruz güne. dağ dağa küsmüş, ben kendime...

oysa soranlara daha iyiyi elde etmenin yolunun iyiyi takdirden geçtiğini anlatıyorum. olmadı, "daha iyi de nedir, anlatın bana" diyorum. insanlar tarif ettiklerinin aslında şikayet ettiklerinden pek de farkı olmadığını görüyorlar, küçülüyor mızmız gerekçeler.

ve hatırlayınca bunları, sırtı bana dönük olan kendime dokunuyorum omzundan. kırgın bakıyor. "hep kıyaslayacak mısın beni o asla sahip olmadığınla" diyor. "hep 'daha iyi'nin hayaleti mi olacak aramızda? oysa bizim birbirimizden başka kimimiz var?" hak veriyorum bildiğim tüm hak verme yollarıyla. "her nasılsan öyle kabulümsün" diyorum. "sendelediğinde de yürüdüğünde de yanındayım ben senin. kendin olma çaban en önemlisi ve değil mi ki menzil yolun kendisidir bazen."

yırtık koltuk kenarlarına örülen danteller gibi vaatlerle örtüyoruz kırgınlıkların üzerini.
kim bilir bir daha nerede unutana kadar ben tüm söylediklerimi...

Hiç yorum yok: